Showing posts with label politika/politics. Show all posts
Showing posts with label politika/politics. Show all posts

Saturday, July 26, 2008

gavur yapıyor: "happiness is not to have more but to be more"

conrad schmidt adında bi kanadalı kalkıp hayalimdeki siyasi partilerden birini kurmuş: work less party.haftalık çalışma saatlerinin 4 gün ve 32 saatle sınırlandırılmasını istiyorlar. desteklemek lazım tabii, çok faideli olur. web sitelerindeki belgeselimsi vidodan çıkardıklarım:
kendisine, sevdiklerine, hobilerine ve vs.lerine daha fazla vakit ayıran insanlar daha "mutlu" olmak suretiyle daha iyi birer çalışana dönüşebilirler öncelikle (tamam, sanırım bu dediğim onların gerekçelerinden biri değil.) sonracığımaaa...
daha az çalışma -> daha az üretim -> daha az tüketim (ki hastası olduğum bi akıl yürütme)
ayrıcana: bir insanın haftalık çalışması 32 saatle sınırlanırsa ve illa daha fazla üretmek için kıçını yırtarsa sevgili işverenler, hoş bi şey olur: işsizlik azalır! herkes çalışır ama daha az.
ha bi de, psikopat gibi üretmenin ve sınırsız ekonomik "büyümenin" sadece bir hayal olduğunu söylemiş sevgili profesörlerimiz. büyü büyü büyü nereye kadar kardeşim?! sonunda "dünyalara sığmam, taşarım!" durumu olcek.
velhasıl kelam, günün birinde kanada vatandaşı olursamsa oyum bu adamadır, o zamana kadar pes etmezse.

ancaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaakkk, işler bu elemanların "avrupa birliğinde kaput başına co2 emisyonu kuzey amerika kıtasında kaput başına co2 emisyonunun yarısı kadar" diye ahkam kesmeleriyle bitmiyor. maalesef(!) dünyamız kuzey amerika ve avrupa kıtalarından ibaret değil. (olsa ne güzle olurdu di miiiaaaaa) bunun çin'i var, hindistan'ı var, brezilya'sı var.. manyak gibi kömür mömür yakıp sera etkisi yaratıyolar hem de. ki bu da iyi sayılır hadi. bu ülkeler de bi süre sonra yeşil enerjiye geçti diyelim, bunun daha afrika'sı var kardeşim. adamlar aç! nerden başlayacaklar? kaput başına süper-az co2 şettiren sarışın avrupalılar afrikalıların kara kaşı kara gözü için gidip oralarda yel değirmenleri ve güneş enerjisi sistemleri mi kurcaklar? (külahım oralarda bi yerlerde.. anlatınız.)
tamam, yerel hareket etmek lazım ama bi de küresel bi durum söz konusu. çin'i kim durduracak? "3.dünya ülkelerindeki" insancıkları kim "insan" haline getircek? body shop'un yaptırdığı çilek kokulu body butter'larla olmuyo bu işler. yani, iyisiniz hoşsunuz da, görmezden gelinmek hoşuma gitmiyor sayın schmidt!
yazımı bitirirken size başarılar diliyor ve "haftada 4 gün çalışırım, kalan zamanımda da parti parti partizani yaparım" tribinizin tayland'da günde bikaç cent'e çalıştırılan çocuklara yenilerini eklememesini umuyorum. bi iş yapıyosanız adam gibi yapınız. gözlerinizden öperim.

ayrıca bunu yapan bunu da yapmış: world naked bike ride
kardeş orgnaizasyon için bakınız: take back your time
ilham perim olan ntvmsnbc'nin ayrıntılı haberini de okuyunuz.

Saturday, April 26, 2008

interesting observations on India no.1

"India and Pakistan were supposed to become independent simultaneously on August 14, 1947. However, astrologers discovered the 14th was inauspicious, so secular India postponed its freedom until one minute after midnight, and ever since it has observed August 15 as Independence Day."

(Arthur Bonner, Averting the Apocalypse, 1990, p. 8)


"Fuel is always the last thing bought with the family's supply of cash. Men will buy food, clothing, and maybe a radio, but they're seldom willing to spend money for fuel. It's a woman's job to go out and forage for it. If the surrounding trees are cut, the woman has to walk farther and farther and spend hours a day just to get fuel to cook a meal. A man is perfectly willing to cut and sell a tree to get cash, but a woman wants the trees nearby so she can collect twigs and leaves. Thus it's often the woman who cherishes and protects the environment, not the man."

Sunita Narain

(Arthur Bonner, Averting the Apocalypse, 1990, p. 4)

* * * * * * * * * * * * * * *

The Paradox of Mahatma Gandhi

In India, as in the West, political theories based on charismatic leaders and institutionalized parties no longer have meaning. The belief that a particular individual can recognize and fulfill an historical process has been shown to be the starting point for political programs that, at best, have kept the poor in chains and, at worst, have led to violence and totalitarianism.
While social movement actors in the West quote the thoughts of Mahatma Gandhi and regard his nonviolent principles as meaningful for the nuclear age, Indian activists do not look to him for moral inspiration. The West sees Gandhi in terms of his abstract teachings, while modern Indians who are determined to change society see him in terms of his life.
He conceived nonviolent noncooperation as a process for breaking the material and metaphysical chains of slavery, but he tied himself so closely to the interests of the ruling castes that he could not possibly put his beliefs into practice. As he confessed shortly before his death, the nonviolence practiced in India was mere pacifism willing to coexist with the traditonal oppressive power structure.
It was through the instrumentality of Gandhi that power was transferred in India in what Antonio Gramsci called a "passive revolution." By this he meant a process presided over by established elites who use what are propagandized as revolutionary changes to maintain and consolidate a supremacy based on narrow consensus that ignores most of the population except as cheering crowds in the background.

(Arthur Bonner, Averting the Apocalypse, 1990, p. 4-5)

Saturday, March 29, 2008

bazı blogger'lara sorular;

- "laikçi" ne demek? bu lafı icat edenler mal mı?
- "laiklik" ne zaman faşizm oldu? faşist dinin faşist dincilerinin canını yaktığı zaman mı? (zıvanadan çıkarttınız sonunda)
- "türban" ne zaman "özgürlük"le aynı cümle içinde geçmeye başladı?
- "kemalist" nedir? hakikaten yani... nedir? biliğim şeyler şu anda olup bitenlerden alabildiğine alakasız...
- "kemalist!" ne zaman bir hakaret sözcüğü olmuştur?
- "kemalist"lerin "faşist" olduğunu iddia edenler "faşist" değil midir?

aklım karıştı.. had hudud bilmeden bi taraflarından teoriler icat edenlerin derdi nedir? derdin dermanı atatürk'e ve atatürkçülere faşist demek midir? murat belge gibi beyni uzaylılar tarafından ele geçirilmişlerin "ben de bu ülkeden çok çektim, ailem de çok çekti. o yüzden batsın bu türkiye" mentalitesiyle her allahın günü başka bi saçmalık icat etmeleri caiz midir?

yazmıyım diyorum.. olmuyo ki kardeşim. bilen de bilmeyen de bi tarafından atıyor.
ve.. ne acıklıdır ki.. "siz faşistsiniz" diyenlerin, "bize yaşam hakkı tanımıyorsunuz" diyenlerin, tam da bunları demeleri ve bunları derken öne sürdükleri argümanları yüzünden faşist olmalarıdır.

özgürlüğü savunmam, akp'nin icraatlerini destekleyeceğim anlamına gelmez. çünkü yalancı, ikiyüzlü, dolandırıcı, hırsız ve cahildirler.
özgürlüğü savunmam, "bu milletin yarısı bu partiyi istemiştir, o yüzen akp iktidari meşrudur" diyeceğim anlamına gelmez. çünkü değildir. çoğunluk hiçbir şeyin ölçüsü değildir. ve o çoğunluğun nasıl bi çoğunluk olduğu da ortadadır. (ve, maalesef hala, seçimlerden o oyların nasıl çıktığını anlamış değilim.)
özgürlüğü savunmam, "ülkeyi yıllarca atatürkçüler yönetti, biraz da muhalefet konuşsun" diyeceğim anlamına gelmez. çünkü ülkeyi atatürkçüler falan yönetmedi. akp de muhalefet falan değildir.

bütün bunlar, atatürk'ün yaptığı/söylediği her şeyi desteklediğim anlamına da gelmez. ulus-devletler hep kanla kurulur, bunun öyleydi böyleydisi de olmaz. o zaman "böyle değil de şöyle yapılsaydı nasıl olurdu?" sorularına verilecek cevaplar sadece spekülasyondan ibarettir, tarih yazılmıştır bi kere, değiştirlemez.
ha, bugün, aynı prensiplerle yola devam edip etmemek ayrı bir tartışma konusudur ve atatürk'ten tamamen bağımsızdır. atatürkçülükten bağımsız mıdır, belli değil; ama bunun için önce atatürkçülüğün/kemalizmin adam gibi tanımlanması gerekir. ona göre konuşalım. en kabul edilemez şeylerden biri atatürk'ün ilahlaştırılması ve tabulaştırılmasıdır, evet, ama bunu değiştirmenin yolu bok atmak değildir. ki sizin, atatürk'ü yererken kimleri övdüğünüz de ortadadır; adamı hasta etmeyiniz.
saygı, "bana saygı göster ulan, yoksa sıkarım topuklarına" diyerek istenmez. saygı gösterilir, sonra da karşılığı alınır. herkesin karşısındakine faşist dediği bi ortamda da hiçbi bok olmaz, ancak iç savaş çıkar. ayrıca "uzlaşma"(!) taraftarı olsam da bana zerre kadar güven veremeyen birine de kalkıp "oh ne güzel özgürlüğü savunuyosun" demem. eşitlikten, özgürlükten ve hatta kardeşlikten(!) dem vuranlar diğer yandan terörist besliyorsa ömür boyu saygı da göstermem. her şey karşılıklı. yok eğer, birbirimizi geçmişle yargılicaksak, "senin ordun benim babamı vurdu, sen de onlardansın" deniyorsa bana "senin teröristin benim annemi vurdu" deme hakkını kendimde görmem en anlaşılabilir şeydir. birçok kazmalığın da sebebi budur.

son olarak, bu yazdıklarım milliyetçi olduğumun da kanıtları sayılamaz. dangalaklığa, teröre ve emperyalizme karşı çıkma hakkı milliyetçilerin tekelinde değildir. sadece, rica ediyorum, bir şeylere karşı çıkarken neyin arkasına saklandığınızı iyi bilin.

Thursday, March 27, 2008

kabuslar

şu blog işini ciddiye aldığımı söylesem yalan.. eğleniyorum kendi çapımda. bazı şeyleri unutmamak için, bazılarını paylaşmak için, bazılarını da bilgilendirmek için yazıyorum. memleketin hali de malum.. ilhan selçuk gibi birini ergenekon davasıyla ilgili olarak tutup götürebiliklerine her şey olur artık. 30 yıl öncesine mi dönüyoruz ne?.. neyse, enseyi karartmayalım.. en azından bi süre daha..
blogger olarak tehdit altında hissediyorum. bu kadar paranoyaklaştım artık, ötesi var mı? olmayan şey değil milletin hükümeti felan eleştirip içeri alınması. işte buyrun; biri mısır'dan, biri iran'dan, biri rusya'dan üç örnek vereyim size.. (rusya'daki olay belki biraz daha farklıdır, bilemem.) türkiye neyse ki mısır ya da iran değil..ama belli de olmaz valla. "devlet" belalı bi şey işte böyle..
bu sabah ilk defa "soğuk terler dökmek" deyimini deneyimlemek suretiyle anladım. rüyamda faşitler kovalıyodu beni.. çok fena bi şey. saklandığım evin kapısını açtılar önce, belki anahtarla. sonra da odanınkini açıyolardı ki -böyle bi korku olamaz- bilerek ve isteyerek o kısmı atladım ve kendimi dışarda buldum. sanırım kullandığım bi de tünel vardı o anda, daha önceden de bikaç kere kullandığım. johnny epp'in kontrolündeydi ama. girenden çıkandan para alıyodu, ve çok sert bi adamdı.. (geçenlerde, beni ölesiye bayan ve bu yüzden sonuna kadar izleyemediğim "the man who cied"daki hali.. pek etkilenmişim ordaki johnny'den herhalde.)
işte böyle.. rüyalar da çığrından çıktı. annemin ve babamın ölümünü çok grdüm bu ara zaten.. hele annemin kanser olduğu filan çok dokundu, iki saat filan ağladım. ama faşolar hakkaten çok ilginç. italya'da mıydı neydim..? cenab-ı rabb'il alemin esirgesin. hadi bakalım.
jobriath'tan "world without end" gelsin şimdi de... şurdan buyrun.

Friday, March 14, 2008

haberleeeeeeer haberleeeeeerrr!

günün en önemli haberi sosyal güvenlik reformunu(!) protesto için yapılan eylemler olmalıyken -ki biz de katıldık sayılır yarım saat ders yapmayarak- akp'nin kapatılma mevzusu oluverdi. "oh oh ne güzel" diyoruz.. diyo muyuz? bilmiyoruz.. bilirkişiler çıksın konuşsun bakalım önce, herkes ne diyeceğini şaşırmış gibi.. o arada şunlara bakalım:

ilk haberimiz on yıl boyunca sahte diplomayla doktorluk yapan bi hatunla ilgili. kendisine inanamamakla birlikte, kutluyorum efendim. sahte belgeyi tanıyamayan devletimize ve sahte belgeyi onaylayan şerefsiz ve açgözlü -hangisi açgözlü değil ki- noterimize selam ederim.

psikopat milli eğitim müdürünün eğitim anlayışına buyrun. neyse ki paçayı kurtardık liseden. hadi üniversitemiz de iyiydi hoştu. sıra ülkeden paçayı kurtarmakta. takılın abicim siz arınız balınız ve peteğinizle.

son olarak da, genel kültürümüzü şeeedelim diyerekten şuna da bakmakta fayda görüyorum. ispanyolca konuşulan ülkelerdeki "juan perez" ve "sultano" olaylarına dikkatinizi çekerim efenim, hastası oldum :) arapça/farsça konuşan ve/veya bunlardan aşırı derecede etkilenmiş ülkelerdeki "falan" hedesine de dikkat... sevgili memleketimizi de "sarı çizmeli mehmet ağa" başarıyla temsil ediyor. ancak eksik buldum çalışmayı. ahmet, mehmet, ali, veli, ayşe, fatma neredeler?

neyse.. gavurun anketi bu kadar olur diyor, sizleri -ortalama yaşam süremiz 90 olduğu için- ülkemizdeki ilerici ve refah yükseltici sosyal güvenlik sistemiyle başbaşa bırakıyorum. 65 yaşında açlıktan hep beraber ölücez en azından. (yani elli kere söyledik; salacan bunların üstüne dexter'ı, bak bakalım bi daa yapıyolar mı?! kapatsınlar ulan. yeter be bunların kazmalığından çektiğimiz! bakkalların yüzkarası dolandırıcı herif.. konuşmuyorum işte. demiyorum hiçbi şey. ne haliniz varsa görün.)

Monday, January 7, 2008

"You're a child. That's what makes you so fucking scary."

"And he was a mass-murdering fuckhead, as many important historians have said. But there were other mass murderers that got away with it! Stalin killed many millions, died in his bed, well done there; Pol Pot killed 1.7 million Cambodians, died under house arrest at age 72, well done indeed! And the reason we let them get away with it is because they killed their own people, and we're sort of fine with that. “Ah, help yourself,” you know? “We've been trying to kill you for ages!” So kill your own people, right on there. Seems to be… Hitler killed people next door... “Oh… stupid man!” After a couple of years, we won't stand for that, will we?"

Eddie Izzard - Dress to Kill


I think we must add Idi Amin to this list too, with more than 300.000 Ugandans (or 500.000???) The Last King of Scotland is another movie concerning our "collective" history of shame. Is the crave for blood ever going to stop? Is it enough to call them "child" to stop them, as we do for Bush(t) today?


"Hayatımızdaki en önemli olaylar biz orada yokken olur."
- Salman Rushdie