Showing posts with label dizi/series. Show all posts
Showing posts with label dizi/series. Show all posts

Saturday, April 26, 2008

"don't shrink me doc"



i love his accent.. the way he says "tu le sais bien, le temps passe, ce n'est rien"..

* * * * * * * * * * * * * * * * * * *

i have this weird feeling that my blog is getting more and more fucked up with my stupid and looooooooooooong complaints.. about.. hmm.. ok bad start :)
anyway.. i don't know if it's only the post-erasmus syndrome but i felt the need to go to a shrink. it's ok up to here, right? i'm gonna go and talk a bit and tell that i hate everone and everything and stuff like that. but it's not the same thing i'm telling you :p and this is the most important proof of my naiveté. (i love making fun of myself, i'm the liar of my shrink) :)
yesterday it was our second meeting.. and i came home with great anger towards my parents.. especially my father. reason? well... she keeps on prodding my brain/memory about my father. so uncomfortable. i hate this childhood shit actually..
but i don't hate it if it's another person's childhood :p (i'm disgusting)
my favorite show for the past few weeks is "in treatment". a therapist with all these so-called fucked up patients is also fucked up as much as them..? everything comes to childhood at some point.. interesting. it really increased my sympathy to psychologists at first.. now i'm neutral again, hallelujah! :)
you should see gabriel bryne with especially blair underwood. intersting... at least for me.

Saturday, March 15, 2008

ayıp "L" şeysinin tanrıçaları


geleneksel "sınav dönemi dizilere sarmak" tribine girmiş bulunmaktayım. dün ve bugün, bütün gün oturup the l word'ü izledim. yine içim dışım "LA" (acccayip cool'um di mi) ve lezbiyen oldu. bu sezonda sevişme olayını biraz abartmışlar gibi, on bölümü bitirmeme rağmen dişe dokunur bir şey olmadı. içim bayıldı artık öpüşmelerden... ilk sezonundan itibaren "l word"ün hastasıyım ama dördüncü ve beşinci sezonda konusuzluktan ne yapacaklarını şaşırmış gibiler. dizi ufaktan lezbiyen pornosuna dönüşecek sankim... neyse.. itirazımız yok, takılsınlar.
dizi hakkında biraz bilgi vereyim bari. los angeles'ı sallayan bi grup lezbiyen hatunun hayatını izliyoruz. ama bu kişiler gayet iyi eğitim almış, üst-orta sosyo-ekonomik sınıfta değerlendirilebilecek tipler. o yüzden gay olmaları sebebiyle çektikleri sıkıntılardan ziyade -ama onlar olmazsa olmaz tabii- birbirleriyle ilişkileri anlatılıyor. nerdeyse hiç erkek yok, hatunlar zaten süper-taş, hepsi de birbirinden deli. yaşayıp gidiyolar. herhalde türünün en iyi örneklerindendir bu dizi. hani gay/lezbiyen filmleri genellikle bağımsız çekildiklerinden midir nedir, bi değişik oluyolar.. buysa bildiğiniz hollywood şeysi işte.
benim için iki önemli hatun var dizide. birisi "bette" karakterini canlandıran jennifer beals (siyah-beyaz fotodaki hatun), diğeri de genç kızların rüyası "shane" kişisini canlandıran katherine moennig (aşağıdaki güzellik). bette ablam sanat tarihi öğretim üyesi.. aşmış bitirmiş bi hatun. tanrıçayı andıran bir güzelliği var. ve acayip güzel giyiniyor: çok-yüksek belli pantolon ve etekleri mesela. muhteşem melez kişisi işte. tek kötü yanı paso sevgililerini aldatması. kendi deyimiyle "destructive" bi kişilik. ikilemlerini merakla izliyorum...
eveeeeet.... gelelim şeyn'e. onu anlatmaya bloglar yetmez zaten :)) böyle bi çekicilik olamaz. bu hatunu nerden ve nasıl bulmuşlar bilmiyorum. bi rolle nasıl bu kadar özdeşleşilir onu da bilmiyorum. (sanki onun için yazılmış gibi.) hatunun elinden bi uçan bi de kaçan kurtuluyor. çokeşlilik prensibiyle yaşasa da dizide öyle garip bi hali var ki.. kimseyi kır(a)mayan, arkadaş canlısı, sevgili mevzusu dışında sadık vs vs vs... yani izlemesi güzel de yanına yaklaşılmaması gereken tiplerden. önermiyoruz. her bölümde birilerinin kalbi kesin kırılır, kendiliğinen :) dizide her ne kadar diğer hatunlar kadar ön planda olmasa da yer yer bizlerle paylaştığı aforizmalarıyla ve "aşmış" replikleriyle izleyenlerin gönlünde de taht kurmuştur eminim. hemen örnek verelim:
carmen- fuck you!
shane- if you want..
(tabii ki bu söze eşlik eden bir de manyak gülüşü var.. aşağıda biraz yapmış ondan işte.) geçen sezondaydı galiba, "you look very shane today" olayı vardı.. süperdi. tengri hepimize nasip etsin shane gibi görünmeyi.
ahanda işte böyle özdeşleşirim karakterlerle. oyuncuyla kurmaca karakteri de işte böyle karıştırırım. dünyanın en yüzeysel insanıyım. oh be :p
artık gidip biraz soğuk savaş ertesi dünya konjontürünü okuyabilirim.

Saturday, February 9, 2008

Hatırla Sevgili

bilindiği gibi ülkemizde ve dünyada kazma sayısı ve oranı hızla artıyor. gidişatı görmek için televizyona bakmak yeterli sanırım. kabus gibi bir kısır döngüde, halkımız izledikçe kazmalaşıyor ve kazmalaştıkça izliyor. en çok izlenenler de herhalde diziler, diziler, diziler, ve diziler...
elitist görünmek istemem, ben de dizi izliyorum. ancak yaptığım pekçok şeyde en önemli kriterim "zevk almak" olduğundan ve şu kazmalıklar diyarındaki kazma diziler insana zevk vermek yerine cinlerini tepesine çıkardığı için yenilere bakmıyorum bile. "hatırla sevgili" de her hafta bir şekilde takip ettiğim tek dizi. iki sene önce kronik cansıkıntısından muzdarip olduğum dönemlere rastlamıştı başlangıcı, takıldım kaldım.
başlarda -resmen izlerken büyüdüğüm- thalia dizilerindeki hikayeler gibi bir kavuşamama hikayesiyle başlayan ama ana konusu kabak tadı verdikçe bu saçmalığın paralel gittiği hicap memleketinin yakın tarihindeki siyasi bunalımlar ve askeri müdahaleler konusu tam tersinde gittikçe daha iyi işlenen bir dizi bu. (cümle kesin düşük müşük olmuştur ama anladınız siz onu.) ve izlemeye devam etmemin tek sebebi, bu ibret alınacak olaylara yer vermesi. belirtmeden geçmiyim, senaristleri de şu bitmez tükenmez ahmet-yasemin kavuşamama saçmalığına bir son verdikleri için tebrik ediyorum. devrimci üniversite gençliğine odaklanmak doğru seçim.
farkındayım, burası türkiye. dizilerin en az 80 yada 90 dakika "bir şey" gösterme zorunluluğu bulunan bir ülkenin bir televizyon kanalında yayınlanan bir dizi, nitelik olarak lost'la, nip/tuck'la, six feet under'la, dexter'la, house'la, rome'la, carnivale'la filan karşılaştırılamaz bile. televizyondan bile para kazanamayanların ülkesindeyiz ne de olsa. ama buna rağmen, ittire kaktıra, o dönemin arşiv görüntülerinin ve gazete manşetlerinin araya sıkıştırıldığı, bir avuç oyuncusuyla o dönemde "sokaktaki adam" imajını gözümüzde canlandırmamıza yardımcı olan bu yapımı türkiye'deki benzerlerinde ayırmak ve takdir etmek lazım. (ya bi de, yazmazsam çatlarım, olabildiğince tarafsız ama biraz da sola çeken bir dizi bu.)
dedim ya, lost çekmiyoruz burda, tabii ki klasik türk dizisi klişelerinden geçilmiyor. ama işte, her hafta koştura koştura çekildiği belli olsa da, iç bayacak kadar uzun süre aynı şeyler gösterilse de izletiyor kendini. oyuncular için ayrı bir yazı yazılabilir tabii, bilindik talihsizlikler işte: sen kalk, ayda aksel, avni yalçın, engin şenkan, laçin ceylan gibi tiyatro efsanelerinin yanına getir o beren saat denen kadını koy başrol oyuncusu diye; o da her allahın bölümünde aynı kurbağamsı surat ifadesiyle yürümeyi bile beceremeden, elini kolunu nereye koyacağını bilememesinden sallayıp duran, ne üzülebilen ne de sevinebilen kazık gibi haliyle orda dursun. ama olsun, biz alışığız böyle şeylere. genç kadrodan en beğendiğim, ne yalan söyliyim, berk hakman. umarım harika bir karakter oyuncusu olur ilerde.
keşke sevgili halkım -illa izleyecekse- bunları izlese. nereden geldiğini -ve muhtemelen nereye gittiğini- görebilse. (yok yani, tabii o dizi izlemekle olacak şey değil de, hani ben şey olsun diye şeettim.. neyse bitti.)


"Hayatımızdaki en önemli olaylar biz orada yokken olur."
- Salman Rushdie