Showing posts with label hayal alemi/dreamland. Show all posts
Showing posts with label hayal alemi/dreamland. Show all posts
Sunday, January 11, 2009
tarihin orospusu
modernizim arkada, postmodernizm önde, marx ağızda (hiç değilse saygıdan) !
nietzsche'ye oturup izlemek yeter mi? peki platon bu işin neresinde?
( belki nietzche orda bulunmaya bile kasmayacaktır, oraya gelmek için kıçını kaldırmayabilir. )
post-(neo)-clan-de-la-limite üyesi bahar'a selam.
- ayrıca antalya'da oturan teyzemlere ve izmir'de oturan amcamlara selam söylemek istiyorum.
- izmir'in neresindeler?
- izmir - karşıyaka! (tabii ki)
Monday, July 21, 2008
"blog bana karı bul lan allahsız"
la vida es un carnaval be blog. oooooh hayat ne güzel! bi de bu sıcaklar olmasa. yarın salsa dersime yine üç t-shirt'le gidicem herhalde. her birini sırılsıklam edip tuvalete sıkmak da cabası. çok çılgın hatunum di mi? (evet iğrencim biliyorum, ama biraz iltifat et be blog, gururumu okşa.)
celia cruz'u sen de çok seviyosun di mi blog? senin de salsa yapasın geliyo mu bu şarkıyı dinleyince? neyse.. kader utansın be blog. bak kim ki duk ne demiş? "spring summer fall winter and spring" demiş. senin de ömrünün baharı gelecek elbet blog. belki bi sonraki hayatında dünya salsa şampiyonu filan olucaksın, kim bilir?
en sevdiğim gün salı! hem psikologla randevum var hem de salsa kursum. her hafta yeni konu ve konuklarımda psikolog hatunun karşısına geçip zırvalamak ne güzel şeymiş. hiçbi halta yaramasa da en azından kendi kendime konuşmaktan kurtuldum sayılır. evet kurtuldum kurtuldum. artık daraldım konuşmaktan. hem bu sefer sanki her bok o kadar çözümsüz değil gibi.. önceden de değildi ya.. anladın sen onu blog. (hastayım sana!) aslında bu ferahlama olayı bodrum'da pörtledi içimde. oraya gittiğimden beri bi hoşum. döndükten sonra o hoşlukta görünür azalma olsa da hala bi şeyler var gibi. kardeşin dediği gibi "danssız geçen ömrüme yazıklar olsun!" ayrıca saçımı daha kısa kestirip siyaha boyattım blog. baştan sevmedim, içim karardı o kıpkızıl geçen aylardan sonra. ama şimdi süper-cool olduğumu fark ettim. alem bana hasta blog! (ama henüz farkında değil. maalesef.)
yarın psikolog hanfendiye anlatıcaam konuyu önce sana anlatayım dedim. şöyle ki, evvelsi gece laura'yı rüyamda gördüm. sevişiyoduk. (aslında sevişmeye çalışıyoduk da işte çaktırma sen.) çok enteresandı.. başka ne diyebilirim ki? rüya bir nedir ki? zaman ve mekan karman çorman bi şey oluşturmuştu. adı ile uyuşmayan yerlerdeydik (bodrum kampı, ama kamp değil. anladın sen onu.) ve şimdikinden daha gençtik. her gün uyanıp buluşuyoduk akşama kadar bahçede minderler üzerinde yatıp çay ve buzlu çay skalasından bi şeyler içiyoduk.
şimdi bu rüyadan sonra sorulacak soru direkman "ben lezbiyen miyim blog?" olmayabilir.. bugün le temps qui reste'i izledim mesela, ordaki eleman da rüyalarında anasıyla, babasıyla, büyükannesiyle, küçüklük haliyle, doktoruyla filan seviştiğini söylüyodu. (ama kendisi gay'di.) neyse işte iyice karıştı sanırım. sonuç olarak, sevgili istiyorum artık blog! just, anyone with a pulse! or even... pulse optional! (eddie izzard! hastayım sanaaaa!) (keşke eddie izzard gibi süpper bi travesti sevgilim olsa.. neyse..)
bugünkü yazıma son verirken, ellerinden gözlerin felan öper esen kalmanı temenni ederim ey blog. celia'dan guantanmera sana bugünkü son kıyağım olsun.
Saturday, March 1, 2008
bıdı bıdı bıdı bıdı çekkkirge ebesi
lollius beni ebeleyeli tam bir ay olmuş ve hala bişiycikler yazmamışım. inatla erteleyip duruyorum bu işi. mükemmel bi liste yapma amacı mı güdüyorum nedir? yoksa zaten her bi yazdığım bu listeye girebilecek şeyler diye mi yazmıyorum? her neyse; saçmasapan bir cumartesi sendromu yaşamaktayım, çalışamıyorum. (halbuki sırf çalışmak için einstein sergisine gitmedim ben yaaaa..)
önce müzik şeedelim:
olmasını istediğim mantıklı şeyler:
1- dünyamı gezmek. format muhtemelen şöyle olacak:
- irlanda'da iki yıl olabilir. köyleri, kasabaları görülecek. bol bol içilip dans edilecek. (içki tercihen bira dışında bi şeyler.. dokunuyo da bana.) kitap okunacak. okyanusa bakılıp hayaller kurulacak. ayriş aksanı kapılacak ama sonrasında da, şimdi olduğu gibi, ayriş konuşan herkese gülünecek. (komikler çünkü! ama salak komiklik değil, sadece neşeli/ilginç/şirin/komik bi aksan.) ayrıca bir süreliğine bi yerlere yerleşilebilir.
- hindistan'da bir yıl.. irlanda'da olduğu gibi hiçbir yerde durulmayacak. mütemadiyen gezilecek, karış karış. güneyinin yemekleri, kuzeyinin kışı tecrübe edilecek. keşmir'e gidilecek. mumbai'da takılınacak. hatta en az beş filmde figüran olunacak. özellikle orda burda hakkaten dans eden insanlar var mı, araştırılacak. hintçe pratik yapılacak. fare dolu tapınaklara gizli gizli kedi salınacak.
- avrupa'da üç aylık bir gezi yapılacak. başkentler ve önemli bilmemneler görülecek. daha sonra yazın bir ay kışın bir ay kuzey kutup dairesine girilip ormanda mormanda bi yerde bi kulübede yaşanılacak. (allah beeeee! nassı kopya çektiiiiiiimmm: los amantes del circulo polar) en sonunda paris'e dönülecek ve orda kalınacak artık. o kadar.
- amerika'daysa easy rider, my blueberry nights, motosiklet bakım sanatı, into the wild karışımı bi gezi yapılcak. kuzey amerika kıtası karış karış olmasa da büyük ölçüde gezilecek. özellikle abd ve kanada sınırındaki milli park olayına girilecek. mümkünse birer hafta kalınacak oralarda. kebek iyice bir kolaçan edilecek, hakkaten beni isterlerse vatandaşı felan olunacak. muhteşem kebek filmlerinin çekim ekibinde çalışılacak, hollywood'un götü yere indirilecek. uçuyorum.. kondum. neyse işte, amerikan rüyasının hali nicedir, görülecek. new york'ta kokoşzenginkarısı, los angeles'ta lezbiyen olunacak. şöyle bi bakılacak yani daha ne olsun. akabinde bi araca atlanıp bi sonraki durağa gidilecek.
- güney amerika'da da sadece merak edilen yerler iyice bi görülecek. ne bileyim, maçu piçu'da çadır kurulacak, iki gün takılınacak. inka olayına girilecek. sonra meksika'ya çıkılıp maya olayına girilecek. kişisel apocalypto yaşanacak. büyü müyü yapılacak/yaptırılacak. amazonlara dalınacak, bilmemnelere yem olunacak. por çiiile çiiiile çiiiiiiiiiileee! şili'ye, peru'ya, brezilya'ya, meksika'ya gidilecek. dağıldım. küba'ya da gidilecek tabii ki. bi de bolivya'ya gidilecek. ordaki evlere bakılacak. arjantin'e de gidilebilir.. hmm.. öyle işte..
- ve tabii ki avustralya'ya gidilecek. altı ay filan kalınacak. büyük şehirlerinde takılınacak ama daha da önemlisi iç bölgelere gidilecek. o kırmızı kayanın dibinde takılınacak, pagancı olunacak. aborijin filan olmaya çalışılacak. bir çift yürek olayına girilecek. bol bol da paraları incelenecek bu adamların.
- bi de iran'da karşı devrim olduktan sonra (olacakmış gibi), oraları şöyle karış karış gezeyim. arap ülkeleri akıllandıktan sonra (akıllanacaklarmış gibi), oraları da karış karış gezeyim. çılgın bi orta doğu turu yapayım yani.
bikaç yer daha var da onları yazmıyım artık. bi ara da türkiye'ye gelip bi türkiye turu daha çekeyim istiyorum. ömür yetmez zaten.. ben bunu mantıksız kısmına mı alsam ne yapsam?
(o çellocu hatun bir nedir?!!!)
2- ud, kanun, piyanı, arp, ve çello çalmak.
3- klasik türk müziği icra edebilmek. :p her türlü.
4- anarşist devrim olsun. bütün salaklar da bi şekilde ortadan kalksın. ya da ay'da koloni kuralım. nasa çalışıyo nasıl olsa orda oksijen moksijen yapmaya. oraya gidelim takılalım. (bu da fantastik oldu. mülksüzler özentisiyim, salağım.) bi de para mefhumu kalksın ortalıktan, beyinlerden silinsin.
olmasını istediğim mantıksız şeyler:
1- dexter'ı dünya'daki tüm yöneticilerin üstüne salmak.
2- ermek. sonra da ermiş olmaktan sıkılıp geri dönmek. (dalai lama gibin..)
3- fantastik bi dünyada şirin/hoplayıp zıplayan/pek sevilen bi yaratık olmak. çok çirkin olmamak ve ölümsüz olmak tek şartlarım. bunlar olduktan sonra alelade biri de olabilirim. nasılsa ölümsüz olunca bi noktada sıkılıp sıradışı birine dönüşebilirim.
4- dünya'daki bütün filmleri izlemek / bütün kitapları okumak. (bunu ölümsüz olsam da yapamam o yüzden ölümsüzlüğün bi adım ötesi oluyor herhal)
5- ilyada'daki entrikalı tanrı-tnarıça dünyasının bi üyesi olmak. çılgın çılgın şeyler yapmak. ama hiç ölmemek. zeus'u bile sollamak.
6- varoluşumun nedenini bulmak.
7- dünyadaki bütün saçmalığı "deliğe süpürmek". dinleri ortadan kaldırmak. siyaset fikrini silmek.
8- efsanelerin gerçek olduğu bi dünyada yaşamak. artık tepegöz'den tutun da kral arthur'a kadar her biri. (aynı şeyi yazıp duruyorum sanki.)
9- zaman makinası icat edip zamanlar arasında gezinmek. ama sadece beeeeeeeeennnn! bi de sevdiklerim. ahı ahı ahı. (güzel olduğum kadar küstahım da.)
daha sonra tamamlicam...
önce müzik şeedelim:
olmasını istediğim mantıklı şeyler:
1- dünyamı gezmek. format muhtemelen şöyle olacak:
- irlanda'da iki yıl olabilir. köyleri, kasabaları görülecek. bol bol içilip dans edilecek. (içki tercihen bira dışında bi şeyler.. dokunuyo da bana.) kitap okunacak. okyanusa bakılıp hayaller kurulacak. ayriş aksanı kapılacak ama sonrasında da, şimdi olduğu gibi, ayriş konuşan herkese gülünecek. (komikler çünkü! ama salak komiklik değil, sadece neşeli/ilginç/şirin/komik bi aksan.) ayrıca bir süreliğine bi yerlere yerleşilebilir.
- hindistan'da bir yıl.. irlanda'da olduğu gibi hiçbir yerde durulmayacak. mütemadiyen gezilecek, karış karış. güneyinin yemekleri, kuzeyinin kışı tecrübe edilecek. keşmir'e gidilecek. mumbai'da takılınacak. hatta en az beş filmde figüran olunacak. özellikle orda burda hakkaten dans eden insanlar var mı, araştırılacak. hintçe pratik yapılacak. fare dolu tapınaklara gizli gizli kedi salınacak.
- avrupa'da üç aylık bir gezi yapılacak. başkentler ve önemli bilmemneler görülecek. daha sonra yazın bir ay kışın bir ay kuzey kutup dairesine girilip ormanda mormanda bi yerde bi kulübede yaşanılacak. (allah beeeee! nassı kopya çektiiiiiiimmm: los amantes del circulo polar) en sonunda paris'e dönülecek ve orda kalınacak artık. o kadar.
- amerika'daysa easy rider, my blueberry nights, motosiklet bakım sanatı, into the wild karışımı bi gezi yapılcak. kuzey amerika kıtası karış karış olmasa da büyük ölçüde gezilecek. özellikle abd ve kanada sınırındaki milli park olayına girilecek. mümkünse birer hafta kalınacak oralarda. kebek iyice bir kolaçan edilecek, hakkaten beni isterlerse vatandaşı felan olunacak. muhteşem kebek filmlerinin çekim ekibinde çalışılacak, hollywood'un götü yere indirilecek. uçuyorum.. kondum. neyse işte, amerikan rüyasının hali nicedir, görülecek. new york'ta kokoşzenginkarısı, los angeles'ta lezbiyen olunacak. şöyle bi bakılacak yani daha ne olsun. akabinde bi araca atlanıp bi sonraki durağa gidilecek.
- güney amerika'da da sadece merak edilen yerler iyice bi görülecek. ne bileyim, maçu piçu'da çadır kurulacak, iki gün takılınacak. inka olayına girilecek. sonra meksika'ya çıkılıp maya olayına girilecek. kişisel apocalypto yaşanacak. büyü müyü yapılacak/yaptırılacak. amazonlara dalınacak, bilmemnelere yem olunacak. por çiiile çiiiile çiiiiiiiiiileee! şili'ye, peru'ya, brezilya'ya, meksika'ya gidilecek. dağıldım. küba'ya da gidilecek tabii ki. bi de bolivya'ya gidilecek. ordaki evlere bakılacak. arjantin'e de gidilebilir.. hmm.. öyle işte..
- ve tabii ki avustralya'ya gidilecek. altı ay filan kalınacak. büyük şehirlerinde takılınacak ama daha da önemlisi iç bölgelere gidilecek. o kırmızı kayanın dibinde takılınacak, pagancı olunacak. aborijin filan olmaya çalışılacak. bir çift yürek olayına girilecek. bol bol da paraları incelenecek bu adamların.
- bi de iran'da karşı devrim olduktan sonra (olacakmış gibi), oraları şöyle karış karış gezeyim. arap ülkeleri akıllandıktan sonra (akıllanacaklarmış gibi), oraları da karış karış gezeyim. çılgın bi orta doğu turu yapayım yani.
bikaç yer daha var da onları yazmıyım artık. bi ara da türkiye'ye gelip bi türkiye turu daha çekeyim istiyorum. ömür yetmez zaten.. ben bunu mantıksız kısmına mı alsam ne yapsam?
(o çellocu hatun bir nedir?!!!)
2- ud, kanun, piyanı, arp, ve çello çalmak.
3- klasik türk müziği icra edebilmek. :p her türlü.
4- anarşist devrim olsun. bütün salaklar da bi şekilde ortadan kalksın. ya da ay'da koloni kuralım. nasa çalışıyo nasıl olsa orda oksijen moksijen yapmaya. oraya gidelim takılalım. (bu da fantastik oldu. mülksüzler özentisiyim, salağım.) bi de para mefhumu kalksın ortalıktan, beyinlerden silinsin.
olmasını istediğim mantıksız şeyler:
1- dexter'ı dünya'daki tüm yöneticilerin üstüne salmak.
2- ermek. sonra da ermiş olmaktan sıkılıp geri dönmek. (dalai lama gibin..)
3- fantastik bi dünyada şirin/hoplayıp zıplayan/pek sevilen bi yaratık olmak. çok çirkin olmamak ve ölümsüz olmak tek şartlarım. bunlar olduktan sonra alelade biri de olabilirim. nasılsa ölümsüz olunca bi noktada sıkılıp sıradışı birine dönüşebilirim.
4- dünya'daki bütün filmleri izlemek / bütün kitapları okumak. (bunu ölümsüz olsam da yapamam o yüzden ölümsüzlüğün bi adım ötesi oluyor herhal)
5- ilyada'daki entrikalı tanrı-tnarıça dünyasının bi üyesi olmak. çılgın çılgın şeyler yapmak. ama hiç ölmemek. zeus'u bile sollamak.
6- varoluşumun nedenini bulmak.
7- dünyadaki bütün saçmalığı "deliğe süpürmek". dinleri ortadan kaldırmak. siyaset fikrini silmek.
8- efsanelerin gerçek olduğu bi dünyada yaşamak. artık tepegöz'den tutun da kral arthur'a kadar her biri. (aynı şeyi yazıp duruyorum sanki.)
9- zaman makinası icat edip zamanlar arasında gezinmek. ama sadece beeeeeeeeennnn! bi de sevdiklerim. ahı ahı ahı. (güzel olduğum kadar küstahım da.)
daha sonra tamamlicam...
halit başbakan olsun
şu üçlüden de en çok khaled'i seviyorum. (ayrıca abdülkadir'i tanımıyorum ama hastasıyım.) kendisi dünyanın en neşeli insanı galiba. hepimiz şirin olsak khaled "neşeli şirin" olurdu.. laa laa la lal la laaa.. her şarkı söyleyişinde neşeli olabilir mi bi insan yaa? ve şarkılar neşe saçmazken özellikle. o kaşları da hep kalkık. halit hepimizin arkadaşı ol!!!
halit'i cezayir'in başbakanı yapmak herhalde anarşizmin bi adım ötesi olurdu. diğer devletlerde de şarkıcılar olsun böyle.. kültürler farklı olsun, diller farklı olsun, şarkılar farklı olsun, ama her yerde millet gülsün oynasın böyle. mükemmel olurdu..! hüzünlü tipler gitsin kuzeyde takılsın mesela; çok istiyolarsa. oralarda "beybi coyn mii in deeet" felan söylesinler, o da güzel. ben buralarda kalıp göbek atarım :)
bu arada, göbek atcaz, tamam da, bizim başbakanımız kim olsun? (anket açıyım böyle)
bir diğer şarkısı, en sevdiğim sanırım :) (lise diyor da.. gerisini çözemedim)
aslında bütün şarkılarını koymak isterdim de.. neyse..
beyrut'tayken "biraz arapça müzik dinleyelim" diye tesadüfen almıştık "sahra" kasetini.. allahallaaaahhhh!!!!! aylarca susmadı evde. kardeşimle beraber salonda bunu kasetçalara takıp saatlerce sehpanın etrafında döndüğümüzü hatırlıyorum. sanırım iki hafta kadar sonra annem "yeter artık kusucam bu adam yüzünden! bi daha sesini duymak istemiyorum! parçalarım kasetinizi!" diye çığırarak mutfaktan koşup gelmişti. kendisini sakinleştirip kasedimizi çıkarmıştık. bir iki gün içinde de babam bana walkmenini verdi.. müziğim bağımsızlaştı. ne mesudum. ne anlatıyorum ki ben?
o zaman o albümü içmiştim zaten. sonra yıllarca dinleyemedim mide bulantısından. ama bir iki senedir kaldığım yerden devam ediyorum. ne mesudum. bu yazının anlam ve önemini biri bana açıklasın piliiiiz.
Friday, February 22, 2008
kıymet nadir bindebir'e ve tanrıçaya;
sayın goddess artemis, günümü aydınlattınız yorumunuzla :) (aslında karartmaya yakın bir aydınlatma oldu gibi.. hm hm hm.) kıymet nadir bindebir kişisi de "bu delilere dikkat" listemde yerini aldı. sadece birkaç yazısını okudum ama, yine de, -söylemezsem çatlarım- hastası oldum :) kendisinin aslında "kim" olduğu konusunda merakınızı paylaşmakla beraber, aslında gerçek ismini öğrenmenin ne kadar alakasız olacağını düşünmüyor değilim. kendisinin değil de anne-babasının etiketi olacak sonuçta ismi :p neyse, fazla dağılmadan, acaba başka hangi faaliyetlerde bulunuyor, en merak ettiğim bu oldu. yoksa "gerçek adı" ile daha ılımlı yazabileceğini pek sanmıyorum.
bindebir'in fırıldak demirel'le ilgili yazısının sonunda da şunu görünce dayanamadım yine, bir ayaküstü blog yazısı şettireyim dedim: "okuyucuya zihin açan soru: Neden islamiyetten başka hiçbir dinin –kovaladığı- Salman Rushdiesi, Teslime Nasreeni, Theo van Goghu, karikatüristi yoktur?"
kısmi kişisel cevabım: soruyu sorarken kendisinin aklında ne vardı, bilemiyorum. ama bence dinlerin de belli bir ömürleri oluyor, canlılar gibi hani. alınyazısı işte, neylersiniz.. sadece "bugünlerde" en göze batan saçmalıklar islamiyet'le alakalı hususlardan çıkıyor diye diğer dinler daha iyi, daha modern, daha insani, daha cici filan olacak değil bence. kaldı ki, her din, hala, inananlarına da inanmayanlarına da eziyet etmeye devam ediyor. hıristiyanlık ve yahudilik artık "abi" statüsünde olduğu için ortalıkta pek görmüyoruz biz bunları. ama bakmayı bilince, onların yediği haltlar da kabak gibi ortada. bakınız papa.
çok değil, birkaç yüzyıl önce engizisyonda şurda burda yedikleri boklar ortada. ama o kızgın/azgın ergenlik dönemiydi. çocukken bi de evcilik oynardı ya bunlar, meleklerin cinsiyetini filan bulmaya çalışırlardı. yahudilere ne desem boş, isa'yı öldürdüler, daha ne olsun. ama kurban psikolojisi nelere kadir, bi türlü alamadılar hınçlarını, sapıtıp oraya buraya saldırmaya başladılar. ki saldırdıkları insanlar cellatları bile değildi. bakınız filistin.
bu karmakarışık yazıda söylemek istediğim tek şey şu aslında: biraz daha sıkıcak dişimizi mecburen. islamiyet henüz yetişkin bile olmadı. vuracak, kıracak, "herkesten nefret ediyorum" diyip odasına kapanacak. hazırlıkla olmak lazım hani, o bakımdan.
son olarak, yine tanrıça hanıma demek isterim ki; "din benim dinim değil, inanç benim inancım değil" demek bir nebze olsun iç rahatlatsa da, bu benim olmayan din ve inançlar benim değerli hayatımı değersizleştirmeye çalıştıkça susmak pek mümkün olacak gibi görünmüyor. zaten bu işte uzun vadeli bir çözümün olamayacağı belli ama aynı fikirdeki insanların varlığının somut kanıtlarını görebilmek de ferahlatıyor. sonuçta insanız, tanrı değiliz. onay olmasa da en azından etkimize "tepki" almak bile iyi bir şey. tepkiniz için de teşekkür ederim. iyi günler :)
bindebir'in fırıldak demirel'le ilgili yazısının sonunda da şunu görünce dayanamadım yine, bir ayaküstü blog yazısı şettireyim dedim: "okuyucuya zihin açan soru: Neden islamiyetten başka hiçbir dinin –kovaladığı- Salman Rushdiesi, Teslime Nasreeni, Theo van Goghu, karikatüristi yoktur?"
kısmi kişisel cevabım: soruyu sorarken kendisinin aklında ne vardı, bilemiyorum. ama bence dinlerin de belli bir ömürleri oluyor, canlılar gibi hani. alınyazısı işte, neylersiniz.. sadece "bugünlerde" en göze batan saçmalıklar islamiyet'le alakalı hususlardan çıkıyor diye diğer dinler daha iyi, daha modern, daha insani, daha cici filan olacak değil bence. kaldı ki, her din, hala, inananlarına da inanmayanlarına da eziyet etmeye devam ediyor. hıristiyanlık ve yahudilik artık "abi" statüsünde olduğu için ortalıkta pek görmüyoruz biz bunları. ama bakmayı bilince, onların yediği haltlar da kabak gibi ortada. bakınız papa.
çok değil, birkaç yüzyıl önce engizisyonda şurda burda yedikleri boklar ortada. ama o kızgın/azgın ergenlik dönemiydi. çocukken bi de evcilik oynardı ya bunlar, meleklerin cinsiyetini filan bulmaya çalışırlardı. yahudilere ne desem boş, isa'yı öldürdüler, daha ne olsun. ama kurban psikolojisi nelere kadir, bi türlü alamadılar hınçlarını, sapıtıp oraya buraya saldırmaya başladılar. ki saldırdıkları insanlar cellatları bile değildi. bakınız filistin.
bu karmakarışık yazıda söylemek istediğim tek şey şu aslında: biraz daha sıkıcak dişimizi mecburen. islamiyet henüz yetişkin bile olmadı. vuracak, kıracak, "herkesten nefret ediyorum" diyip odasına kapanacak. hazırlıkla olmak lazım hani, o bakımdan.
son olarak, yine tanrıça hanıma demek isterim ki; "din benim dinim değil, inanç benim inancım değil" demek bir nebze olsun iç rahatlatsa da, bu benim olmayan din ve inançlar benim değerli hayatımı değersizleştirmeye çalıştıkça susmak pek mümkün olacak gibi görünmüyor. zaten bu işte uzun vadeli bir çözümün olamayacağı belli ama aynı fikirdeki insanların varlığının somut kanıtlarını görebilmek de ferahlatıyor. sonuçta insanız, tanrı değiliz. onay olmasa da en azından etkimize "tepki" almak bile iyi bir şey. tepkiniz için de teşekkür ederim. iyi günler :)
Monday, February 11, 2008
paranoyanın eşiğinde...
deliriyorum mütemadiyen.. işin ilginci, "deli"nin mümkün olan her tanımı uyar şu durumuma. kafayı oynatma, düzene uyum sağlayamama, aslında herkesin deli olduğu bir dünyada deli olmamak, gittikçe akıllanmak, gittikçe salaklaşmak, gittikçe sosyalleşmek, gittikçe asosyalleşmek, gittiği kadar işte.. bunların hepsi aynı anda olur mu..?
gittikçe daha çok "aklım almıyor!" gittikçe daha çok "inanamıyorum, bi insan bi başka insana bunu nasıl yapar?!" gittikçe daha çok "insanlığımdan utanıyorum." gittikçe daha çok "yahu pılıyı pırtıyı toplayıp gidicem buralardan!" gittikçe daha çok "is there life on maaaaaaaaaaaaaaars?"
hadi hepsi tamam, belki de doğru yolda olduğumun göstergesi bunlar. peki ya son zamanlarda dürtmeye başlayan paranoya illetine ne demeli? kimseye sormadım, pek kimseden de duymadım ama hani olur ya aslında illüzyon dünyasında yaşadığın hissine kapılma.. yok aslında böyle bi yer. ya da var ama sanal. matrix sendromundan mı muzdaribim? neyim ben?
"insan" bir nedir? aslında ne garip/gülünç yaratıklarız?! benliğimden daha da bi sıyrılabildiğim zamanlarda en azından şeklimizi şemalimizi sorguluyorum. bu ne kardeşim? el, ayak, parmak.. kıl, tüy, saç en basitinden! tamam, cevaplar belli: evrim, işlev, verim, vb. ama demek istediğim şey başka..
sonra bu tanrı meselesi. akıl yürütme tamam, tıkır tıkır gidiyor da geliyor en başta takılıyor. ilk atomu kim/ne koydu oraya?! neler oluyor?? neden??? nihilizm niye kendini olumsuzlayan/reddeden bir şey? istediğin kadar küçük hisset, öyle durumlar oluyor ki en büyük sensin. onu da bırak, hayatın anlamının bizzat anlamsızlığı olması durumu.. kolay değil bunları kabullenmek. peki neden? "psikoloji" şeysi niye bu kadar marjinal? ya hep ya hiç? mutlak görecelilikte kayboldum bi de sanki. doğru yok. gerçek yok. vallahi yok. kendimden bile emin değilken başka bi şeyden emin olmak mümkün mü? solipsist miyim neyim? yok değilim.. daha başka bi şey bu sanki..
zecharia sitchin diye bi deli varmış.. demiş ki dünyadaki hayatı uzaylılar başlatmış. doğrudur abicim. olur olur yani. neden olmasın? olmaması için tek bi neden var mı? inatla reddettiğim şeyleri reddetmek için aslında hiçbi neden olmaması gibi.. ya da benimsediğim şeyleri niye benimsiyorum? ben manyak mıyım? hayır yani ne oluyo?
ya "ruh" varsa? istemem, olmasın. korkarım ben öyle şeylerden. hatta kendimden bile korkarım. ya deliysem? şizofren filansam? yok değilim, biliyorum da işte, ya olsam? hatta öyleysem? yani nerden biliyorum ki? şizofren olsam nerden bilicem ki?
burdan 70 milyona sesleniyorum (ahahahaha! hep yapmak istemiştim bunu), böcük samsa beni deli etti. vallahi billahi. adam bi garip. hadi, istediği kadar garip olsun da, beni de garipleştiriyor. en tırsınç olanı da, son bikaç aydır kendi kendime konuşuyormuş gibi hissediyorum onunla konuşurken. sanki öyle biri yok da hani, böyle imaginary friend şeysi gibi. hayır, i don't see dead people. ama tırsınç yani. bu hissiyatı hissedip hislerin içinde şeolmak.
ne demiş freddie? i'm going slightly mad. ne güzel demiş! hem "ufaktan oynatıyorum" hem de "azıcık oynatıyorum" manasında sanki. hmmm.....
gittikçe daha çok "aklım almıyor!" gittikçe daha çok "inanamıyorum, bi insan bi başka insana bunu nasıl yapar?!" gittikçe daha çok "insanlığımdan utanıyorum." gittikçe daha çok "yahu pılıyı pırtıyı toplayıp gidicem buralardan!" gittikçe daha çok "is there life on maaaaaaaaaaaaaaars?"
hadi hepsi tamam, belki de doğru yolda olduğumun göstergesi bunlar. peki ya son zamanlarda dürtmeye başlayan paranoya illetine ne demeli? kimseye sormadım, pek kimseden de duymadım ama hani olur ya aslında illüzyon dünyasında yaşadığın hissine kapılma.. yok aslında böyle bi yer. ya da var ama sanal. matrix sendromundan mı muzdaribim? neyim ben?
"insan" bir nedir? aslında ne garip/gülünç yaratıklarız?! benliğimden daha da bi sıyrılabildiğim zamanlarda en azından şeklimizi şemalimizi sorguluyorum. bu ne kardeşim? el, ayak, parmak.. kıl, tüy, saç en basitinden! tamam, cevaplar belli: evrim, işlev, verim, vb. ama demek istediğim şey başka..
sonra bu tanrı meselesi. akıl yürütme tamam, tıkır tıkır gidiyor da geliyor en başta takılıyor. ilk atomu kim/ne koydu oraya?! neler oluyor?? neden??? nihilizm niye kendini olumsuzlayan/reddeden bir şey? istediğin kadar küçük hisset, öyle durumlar oluyor ki en büyük sensin. onu da bırak, hayatın anlamının bizzat anlamsızlığı olması durumu.. kolay değil bunları kabullenmek. peki neden? "psikoloji" şeysi niye bu kadar marjinal? ya hep ya hiç? mutlak görecelilikte kayboldum bi de sanki. doğru yok. gerçek yok. vallahi yok. kendimden bile emin değilken başka bi şeyden emin olmak mümkün mü? solipsist miyim neyim? yok değilim.. daha başka bi şey bu sanki..
zecharia sitchin diye bi deli varmış.. demiş ki dünyadaki hayatı uzaylılar başlatmış. doğrudur abicim. olur olur yani. neden olmasın? olmaması için tek bi neden var mı? inatla reddettiğim şeyleri reddetmek için aslında hiçbi neden olmaması gibi.. ya da benimsediğim şeyleri niye benimsiyorum? ben manyak mıyım? hayır yani ne oluyo?
ya "ruh" varsa? istemem, olmasın. korkarım ben öyle şeylerden. hatta kendimden bile korkarım. ya deliysem? şizofren filansam? yok değilim, biliyorum da işte, ya olsam? hatta öyleysem? yani nerden biliyorum ki? şizofren olsam nerden bilicem ki?
burdan 70 milyona sesleniyorum (ahahahaha! hep yapmak istemiştim bunu), böcük samsa beni deli etti. vallahi billahi. adam bi garip. hadi, istediği kadar garip olsun da, beni de garipleştiriyor. en tırsınç olanı da, son bikaç aydır kendi kendime konuşuyormuş gibi hissediyorum onunla konuşurken. sanki öyle biri yok da hani, böyle imaginary friend şeysi gibi. hayır, i don't see dead people. ama tırsınç yani. bu hissiyatı hissedip hislerin içinde şeolmak.
ne demiş freddie? i'm going slightly mad. ne güzel demiş! hem "ufaktan oynatıyorum" hem de "azıcık oynatıyorum" manasında sanki. hmmm.....
Wednesday, January 23, 2008
belki de hakikaten bir ben vardır bende benden içerü
hani hep derim ya "insan hayatta her şeyi deneyimlemelidir" diye -sanki hayatımız bir case'miş de üzerinde çalışılıyormuşçasına. o her şey sınır tanımayan bir şey işte. ama aynı zamanda bir ideadan öteye gidemiyor bu sebepten. ama olsun.. hayalgücünün sınırları yok..
benim için hala bir efsane olan bir diğer ursula k. leguin harikası "the left hand of darkness"ta olduğu gibi bir çılgın cinsiyet kavramı düşünün. böyle bir çılgın ama bundan biraz farklı olsun. insanların hayatlarının ortasında bir cinsiyet değişimi geçirdiğini mesela. kadın doğup ortada bir yerde erkek olup öyle ölmek gibi. ya da tam tersi. (hoş, bu "ortada"nın çok ortada olursa insana ölüm zamanını bildirme gibi bir özelliği olur ya, onu erteleyelim biraz.) ya da şöyle olsa: istediğimiz zaman, bir defaya mahsus, cinsiyetimizi değiştirelim. (bahsettiğim dünyada böyle bir şeyi istemeyecek biri yok, sadece hangisini daha çok beğendiğini bilenler var. ya da içten içe "o" halini sürdürüp süremeyeceğini bilenler diyelim..) ve bunu saklama gereği duymayacak hiç kimse. hayatı gayet normal bir şekilde devam edecek.
... (trippin' ..noir désir.. trippin') ...
ensemble, maintenant
on peut prendre la fuite
disparus, pfffuit
avant qu'ils aient fait ouf
j'y pense encore
j'y pense
j'y pense encore
j'y pense
j'y pense
j'y pense...
romantik evrim anlayışım sebebiyle bu ihtimali çoooook uzak gelecekte de olsa düşünebiliyorum. (bedenlerimizde bir düğmeyle doğmamızı değil de beynin evrimleşmesi sebebiyle gelişmiş ameliyat teknikleriyle cinsiyet değişiminin gerçekleştirilebileceğini.) şimdiki beynimle tabii ki bana da en azından "höh" dedirtiyor ama, korkmayınız, şöyle buyrunuz:
hadi ben deliyim, zaten aklım da başımda değil; psikologlardan, psikiyatristlerden, fizikçilerden, kimyagerlerden, biyologlardan, pratisyenlerden, papalardan, psikoposlardan, patriklerden, müftülerden, mollalardan, imamlardan, lamalardan, yogilerden, öğretmenlerden, öğrencilerden ve bir de penguenlerden ve maydanozlardan mürekkep bir heyet buna "olabilir" deseeee..... ve bir akl-ı evvel de kalkıp böyle bir "şey"in şimdiki koşullarda nasıl sonuçlar doğurabileceğini merak etse ve (deneysel) akademik bir araştırmaya girişse:
asrın sosyal ve psikolojik projesi olur vallahi billahi..! e peki verili dünyamızda (hani "burda yapılmışı var" hesabı) deney objesi olarak kimi/nasıl birini kullanırdı? cevap veriyorum: süjesiniii. o akl-ı evvel bensem kobay benim, alem buysa kral benim. bu noktada şu soruyu sormak lazım: "ben" nasıl biriyim? ama yemezleeeer... o yüzden hipotetik bir ideal "ben" yaratıciiz:
ben hayatta istediklerinin bir kısmını elde etmiş, eğitimli, "normal" bir çocukluk ve gençlik geçirmiş, pek çok şeyden biraz almış, eğitimli, açık fikirli, biseksüel, objektivite manyağı, derdini anlatabilmesine yarayan vasatın üzerinde bir zekaya sahip ve kediden daha meraklı biriyim. (bu liste daha çoook uzar, derdim başka.) bir kadınım, bir de erkeğim. objesi olduğum araştırmayı bizzat ben kendim yaptığım için -nispeten- "en" güvenilir bilgiye ulaşabilirim.
( yazar, bertrand'ın "son style 1"de alleeeeez demesiyle irkilir. yürrü beee anlamında.. )
tabii böyle bir araştırmadan gelecek veriler düzgün organize edilmeli ve özellikle tek bir amaca yoğunlaşılmalı. (her şeyi araştırıp yazmaya zaten insanın ömrü yetmez.) mesela içinde yaşadığımız toplumun buna tepkisi ne oluyor? (binyıllar sonrasının tarih kitaplarına ilginç bir referans kaynağı bıraksın hani.) ya da -eğer muhteşem bir şekilde dönüş(türül)ebilmişse- dışardan herhangi bir müdahale olmadan böyle bir şeyin insanın psikolojisi üzerindeki etkileri araştırılabilir........... Mİ?
not: umarım potansiyel transseksüel okuyucularım için rencide edici herhangi bir şey yazmamışımdır. tekrar belirtmeliyim ki kobayımız bu değişimi sadece "öylesine" kabul etmiştir, kafadakilerin değişmesi işi hormon takviyelerine kalmıştır mesela. aman yanlış anlaşılmayayım yani.
benim için hala bir efsane olan bir diğer ursula k. leguin harikası "the left hand of darkness"ta olduğu gibi bir çılgın cinsiyet kavramı düşünün. böyle bir çılgın ama bundan biraz farklı olsun. insanların hayatlarının ortasında bir cinsiyet değişimi geçirdiğini mesela. kadın doğup ortada bir yerde erkek olup öyle ölmek gibi. ya da tam tersi. (hoş, bu "ortada"nın çok ortada olursa insana ölüm zamanını bildirme gibi bir özelliği olur ya, onu erteleyelim biraz.) ya da şöyle olsa: istediğimiz zaman, bir defaya mahsus, cinsiyetimizi değiştirelim. (bahsettiğim dünyada böyle bir şeyi istemeyecek biri yok, sadece hangisini daha çok beğendiğini bilenler var. ya da içten içe "o" halini sürdürüp süremeyeceğini bilenler diyelim..) ve bunu saklama gereği duymayacak hiç kimse. hayatı gayet normal bir şekilde devam edecek.
... (trippin' ..noir désir.. trippin') ...
ensemble, maintenant
on peut prendre la fuite
disparus, pfffuit
avant qu'ils aient fait ouf
j'y pense encore
j'y pense
j'y pense encore
j'y pense
j'y pense
j'y pense...
romantik evrim anlayışım sebebiyle bu ihtimali çoooook uzak gelecekte de olsa düşünebiliyorum. (bedenlerimizde bir düğmeyle doğmamızı değil de beynin evrimleşmesi sebebiyle gelişmiş ameliyat teknikleriyle cinsiyet değişiminin gerçekleştirilebileceğini.) şimdiki beynimle tabii ki bana da en azından "höh" dedirtiyor ama, korkmayınız, şöyle buyrunuz:
hadi ben deliyim, zaten aklım da başımda değil; psikologlardan, psikiyatristlerden, fizikçilerden, kimyagerlerden, biyologlardan, pratisyenlerden, papalardan, psikoposlardan, patriklerden, müftülerden, mollalardan, imamlardan, lamalardan, yogilerden, öğretmenlerden, öğrencilerden ve bir de penguenlerden ve maydanozlardan mürekkep bir heyet buna "olabilir" deseeee..... ve bir akl-ı evvel de kalkıp böyle bir "şey"in şimdiki koşullarda nasıl sonuçlar doğurabileceğini merak etse ve (deneysel) akademik bir araştırmaya girişse:
asrın sosyal ve psikolojik projesi olur vallahi billahi..! e peki verili dünyamızda (hani "burda yapılmışı var" hesabı) deney objesi olarak kimi/nasıl birini kullanırdı? cevap veriyorum: süjesiniii. o akl-ı evvel bensem kobay benim, alem buysa kral benim. bu noktada şu soruyu sormak lazım: "ben" nasıl biriyim? ama yemezleeeer... o yüzden hipotetik bir ideal "ben" yaratıciiz:
ben hayatta istediklerinin bir kısmını elde etmiş, eğitimli, "normal" bir çocukluk ve gençlik geçirmiş, pek çok şeyden biraz almış, eğitimli, açık fikirli, biseksüel, objektivite manyağı, derdini anlatabilmesine yarayan vasatın üzerinde bir zekaya sahip ve kediden daha meraklı biriyim. (bu liste daha çoook uzar, derdim başka.) bir kadınım, bir de erkeğim. objesi olduğum araştırmayı bizzat ben kendim yaptığım için -nispeten- "en" güvenilir bilgiye ulaşabilirim.
( yazar, bertrand'ın "son style 1"de alleeeeez demesiyle irkilir. yürrü beee anlamında.. )
tabii böyle bir araştırmadan gelecek veriler düzgün organize edilmeli ve özellikle tek bir amaca yoğunlaşılmalı. (her şeyi araştırıp yazmaya zaten insanın ömrü yetmez.) mesela içinde yaşadığımız toplumun buna tepkisi ne oluyor? (binyıllar sonrasının tarih kitaplarına ilginç bir referans kaynağı bıraksın hani.) ya da -eğer muhteşem bir şekilde dönüş(türül)ebilmişse- dışardan herhangi bir müdahale olmadan böyle bir şeyin insanın psikolojisi üzerindeki etkileri araştırılabilir........... Mİ?
not: umarım potansiyel transseksüel okuyucularım için rencide edici herhangi bir şey yazmamışımdır. tekrar belirtmeliyim ki kobayımız bu değişimi sadece "öylesine" kabul etmiştir, kafadakilerin değişmesi işi hormon takviyelerine kalmıştır mesela. aman yanlış anlaşılmayayım yani.
Friday, January 11, 2008
"üniversite" ve sınavlar
malum... neredeyse dünyanın her yanındaki bütün üniversitelerde sınav dönemi. bizim de gözümüzün yaşına kimse bakmadı, erasmus öğrencisi olsak da kurtulamadık şu finallerden. eh, adettendir, tam da bu dönemlerde daha bir sorguluyorum şu üniversite fikrini. malum, kuyruğumuza basıyorlar. bu yazıyı birkaç gündür erteleyip duruyorum: adam gibi bir araştırma yapıp adam gibi kaynaklarla (ki kendileri wikipedia'dan başka bir şey olmayacaklar) çıkayım insanların karşısına diye. ama serde tembellik var zaten. söylemezsem de çatlayacağım artık burama geldi (yatay el gırtlağa dayalı). dolayısıyla boşverdim her şeye, olduğum gibi karşınızdayım :
sınavların ne kadar aşağılayıcı olduğunu düşünüyorum günlerdir. "bilimi" ve düşünmeyi öğrenmek için girdiğimiz üniversitelerde, konuları ezberleyip girmek zorunda kaldığımız sınavlar "üniversite" fikrine tamamen karşıt değil mi? üniversite dediğin, öğrencilerin beyinlerinin özgürleşmesini, düşünmesini, bağımsızlaşmasını, gelişmesini hedeflemez mi? bunu başarmanın yolu "sınav" mıdır?
e tabii, olayın temeline inersek birkaç kişi hemen "sınav bilgiyi ölçmeye yarar" diyecektir. peki, alacağı nota odaklanmış öğrencinin çalışmasından ne hayır gelir? biri bana bunu açıklasın! notları nispeten yüksek olan biri olarak gönül rahatlığıyla söyleyebileceğim şey şu ki; her şey stratejiye dayalı. efendim, sınav bilgi milgi ölçmüyor, kendimizi kandırmayalım. sınavlar -ve sonuçları- sadece, o sınavdan yüksek not aldıracak yerleri yüksek not aldıracak şekilde ezberleyen uyanık tiplere verilen birer takdirnamelerdir olsa olsa. hele ağzı laf yapabilen uyanıklar aşar gider; bir yıl sonra her şeyi unutacaklardır tabii ki. her şeyi bilen tiplerse -var öyle birkaç tane- stratejiye kafa yormadıklarından hak ettiklerini alamazlar. netekim, kötü kalpli kurtlar, eğitim sisteminin de içine etmişlerdir.
zaten "uzmanlık" denen şey ..mıştır..! akademik dünyanın hali haraptır. ortalıkta yüzlerce dangıl dungul profesör dolaşmaktadır. hani, daha lisans derecesini almamış benim gibi birinin bile dalga geçtiği tipler.. işler o kadar karışmıştır ki, artık akademisyenlerden beklenen şey her makalelerinde literatürü tekrar etmeleri olmuştur. ne kadar acıklı... "az ve öz"ün değerini bilemeyecek kadar saçmalamışlardır. hayır yani, anlamıyorum ki, doktora yapan bile adamdan sayılmıyor artık. bakalım daha neler çıkaracaklar? ben küçükken gazeteler kupon verip dururdu. sonra da kaçıranlar için 10 kupon değerinde süperkupon, 25 kupon değerinde megakupon, 50 kupon değerinde ultramegakupon gibi saçmalıklar üretip onları dağıtmaya başladılar. (yapılan haksızlığı geçiyorum, kuponlar başka bi yazının konusu olsun) yakında üniversiteler de böyle yapmaya başlayacak herhalde. lisans mezunları -aldıkları notlar dışında- bir de süper-mezun, mega-mezun, ultra-mega-mezun filan olucaklar. eğitim düzeyi arttıkça kategoriler de artacak. doçentler ya normal-doç ya da süper-doç olacaklar. başka yolu yok. önüne gelenin lisansa girdiği yetmiyormuş gibi, aynı "önünegelenler" yükseklisansa ve hatta doktoraya giriyorlar. (birçok yükseklisans ve doktora yapan arkadaşımı tenzih ederek konuşuyorum, bilirler onlar. ve yine bilirler ki bazı çalışma arkadaşları orda olmayı hak etmemektedir.)
neyse, işte böyle.. kıssadan hisse: ne olacak bu eğitim sisteminin hali? (neler diyorum ben?! nasıl vardım bu sonuca?!!!) yazdıklarımı okuyasım bile yok, öylece yolluyorum artık, sürç-i lisan ettiysem affola.
sınavların ne kadar aşağılayıcı olduğunu düşünüyorum günlerdir. "bilimi" ve düşünmeyi öğrenmek için girdiğimiz üniversitelerde, konuları ezberleyip girmek zorunda kaldığımız sınavlar "üniversite" fikrine tamamen karşıt değil mi? üniversite dediğin, öğrencilerin beyinlerinin özgürleşmesini, düşünmesini, bağımsızlaşmasını, gelişmesini hedeflemez mi? bunu başarmanın yolu "sınav" mıdır?
e tabii, olayın temeline inersek birkaç kişi hemen "sınav bilgiyi ölçmeye yarar" diyecektir. peki, alacağı nota odaklanmış öğrencinin çalışmasından ne hayır gelir? biri bana bunu açıklasın! notları nispeten yüksek olan biri olarak gönül rahatlığıyla söyleyebileceğim şey şu ki; her şey stratejiye dayalı. efendim, sınav bilgi milgi ölçmüyor, kendimizi kandırmayalım. sınavlar -ve sonuçları- sadece, o sınavdan yüksek not aldıracak yerleri yüksek not aldıracak şekilde ezberleyen uyanık tiplere verilen birer takdirnamelerdir olsa olsa. hele ağzı laf yapabilen uyanıklar aşar gider; bir yıl sonra her şeyi unutacaklardır tabii ki. her şeyi bilen tiplerse -var öyle birkaç tane- stratejiye kafa yormadıklarından hak ettiklerini alamazlar. netekim, kötü kalpli kurtlar, eğitim sisteminin de içine etmişlerdir.
zaten "uzmanlık" denen şey ..mıştır..! akademik dünyanın hali haraptır. ortalıkta yüzlerce dangıl dungul profesör dolaşmaktadır. hani, daha lisans derecesini almamış benim gibi birinin bile dalga geçtiği tipler.. işler o kadar karışmıştır ki, artık akademisyenlerden beklenen şey her makalelerinde literatürü tekrar etmeleri olmuştur. ne kadar acıklı... "az ve öz"ün değerini bilemeyecek kadar saçmalamışlardır. hayır yani, anlamıyorum ki, doktora yapan bile adamdan sayılmıyor artık. bakalım daha neler çıkaracaklar? ben küçükken gazeteler kupon verip dururdu. sonra da kaçıranlar için 10 kupon değerinde süperkupon, 25 kupon değerinde megakupon, 50 kupon değerinde ultramegakupon gibi saçmalıklar üretip onları dağıtmaya başladılar. (yapılan haksızlığı geçiyorum, kuponlar başka bi yazının konusu olsun) yakında üniversiteler de böyle yapmaya başlayacak herhalde. lisans mezunları -aldıkları notlar dışında- bir de süper-mezun, mega-mezun, ultra-mega-mezun filan olucaklar. eğitim düzeyi arttıkça kategoriler de artacak. doçentler ya normal-doç ya da süper-doç olacaklar. başka yolu yok. önüne gelenin lisansa girdiği yetmiyormuş gibi, aynı "önünegelenler" yükseklisansa ve hatta doktoraya giriyorlar. (birçok yükseklisans ve doktora yapan arkadaşımı tenzih ederek konuşuyorum, bilirler onlar. ve yine bilirler ki bazı çalışma arkadaşları orda olmayı hak etmemektedir.)
neyse, işte böyle.. kıssadan hisse: ne olacak bu eğitim sisteminin hali? (neler diyorum ben?! nasıl vardım bu sonuca?!!!) yazdıklarımı okuyasım bile yok, öylece yolluyorum artık, sürç-i lisan ettiysem affola.
Sunday, December 23, 2007
Baykuş vs. Tavuk
efendim, gavuristan'da yapılan bir araştırmaya göre insanlar ikiye ayrılıyormuş -evet, bir kez daha ayırdılar: tavuklar (A grubu insanları, erken kalkıp erken yatanlar) ve baykuşlar (B grubu insanları, geç kalkıp geç yatanlar).
bu iki farklı türün sirkadiyen ritimleri farklıymış, yani yıllarca kendimizi boşu boşuna "iğrenç bi insanım ben, yine dersi kaçırdım bak, böhüüü" diye hırpalamışız. tamamen kontrolümüz dışı bir durum söz konusu yani. hoş, bu bir spektrummuş tabii.. insanların %90'ı arada bir yere düşüyormuş.
tabii bu durum akla hemen şu soruyu getiriyor: madem ben bir baykuşum, madem gündüzlerim ebleh ebleh etrafa bakıp nerede olduğumu çözmeye çalışmakla geçiyor; acı çekmemin sorumlusu kimdir/nedir? içinde yaşadığımız düzen, efendim. dünyanın ve hayatlarımızın içine eden o bir grup aklı-evvel yüzünden oluyor hepsi. hadi, anladık, eskiden gün ışığı çok daha önemliydi, kullandın kullandın, yoksa işler kalıyordu. e şimdi? ampul icat edileli kaç sene oldu...
bu resmen bir verimlilik sorunudur. bulduğunun suyunu çıkarmaya kilitlenmiş kapitalist düzene de terstir aslında. en yüksek verimi akşam saatlerinde alacağın bir elemanı niye gündüz gündüz işe getiriyorsun kardeşim? o da bütün gün kahve içerek uyanma bahanesiyle işleri savsaklıyor ve "gizli işsizlik" dediğimiz şey ortaya çıkıyor.
neyse işte, insanları böyle ikiye ayıran tipler yüzünden çıkar grupları filan oluşmaya başlamış "gelişmiş" ülkelerde. diyorlarmış ki, "biz B-grubu insanlarıyız, sabahları erken kalkamıyoruz, işe ve okula gitmek bizim için işkence; bu yüzden bizim gibiler için farklı bir uygulama başlatılsın, A'lar ve B'ler farklı zamanlarda işe ve okula gitsin." şimdiiii...... iyi tabii, güzel de.. ehem... bir kabusun yerine başka bir kabus konulmaya çalışılıyor. şöyle ki: işe üç saat geç giden adamı akşamleyin A'larla birlikte çıkarmazlar o ofisten. anlatabildim mi? bu sefer de -af buyrun ama- akşamlarımızın ve gecelerimizin içine etmeye çalışıyorlar.
en güzel çözümü ben buldum, beni niye dinlemiyorlar ki? B'lerin saatine göre işe gidip A'lara göre çıkalım. ne güzel işte. haftada üç gün çalışsak zaten yeter de, hadi onu geçtim, 5 x 5 yapalım biz bu işi. hayat bayram olsun! :))
şöyle buyrun: Were you born to snooze?
bu iki farklı türün sirkadiyen ritimleri farklıymış, yani yıllarca kendimizi boşu boşuna "iğrenç bi insanım ben, yine dersi kaçırdım bak, böhüüü" diye hırpalamışız. tamamen kontrolümüz dışı bir durum söz konusu yani. hoş, bu bir spektrummuş tabii.. insanların %90'ı arada bir yere düşüyormuş.
tabii bu durum akla hemen şu soruyu getiriyor: madem ben bir baykuşum, madem gündüzlerim ebleh ebleh etrafa bakıp nerede olduğumu çözmeye çalışmakla geçiyor; acı çekmemin sorumlusu kimdir/nedir? içinde yaşadığımız düzen, efendim. dünyanın ve hayatlarımızın içine eden o bir grup aklı-evvel yüzünden oluyor hepsi. hadi, anladık, eskiden gün ışığı çok daha önemliydi, kullandın kullandın, yoksa işler kalıyordu. e şimdi? ampul icat edileli kaç sene oldu...
bu resmen bir verimlilik sorunudur. bulduğunun suyunu çıkarmaya kilitlenmiş kapitalist düzene de terstir aslında. en yüksek verimi akşam saatlerinde alacağın bir elemanı niye gündüz gündüz işe getiriyorsun kardeşim? o da bütün gün kahve içerek uyanma bahanesiyle işleri savsaklıyor ve "gizli işsizlik" dediğimiz şey ortaya çıkıyor.
neyse işte, insanları böyle ikiye ayıran tipler yüzünden çıkar grupları filan oluşmaya başlamış "gelişmiş" ülkelerde. diyorlarmış ki, "biz B-grubu insanlarıyız, sabahları erken kalkamıyoruz, işe ve okula gitmek bizim için işkence; bu yüzden bizim gibiler için farklı bir uygulama başlatılsın, A'lar ve B'ler farklı zamanlarda işe ve okula gitsin." şimdiiii...... iyi tabii, güzel de.. ehem... bir kabusun yerine başka bir kabus konulmaya çalışılıyor. şöyle ki: işe üç saat geç giden adamı akşamleyin A'larla birlikte çıkarmazlar o ofisten. anlatabildim mi? bu sefer de -af buyrun ama- akşamlarımızın ve gecelerimizin içine etmeye çalışıyorlar.
en güzel çözümü ben buldum, beni niye dinlemiyorlar ki? B'lerin saatine göre işe gidip A'lara göre çıkalım. ne güzel işte. haftada üç gün çalışsak zaten yeter de, hadi onu geçtim, 5 x 5 yapalım biz bu işi. hayat bayram olsun! :))
şöyle buyrun: Were you born to snooze?
Saturday, December 22, 2007
...yokistan oldu var.
vira vira demir aldı dünya
açılmış hayalleri rüzgarlara
vira vira dalgalandı dünya
terkedip halatları limanlarda
yıllardır üzerinde düşünüp geliştirmeye çalıştığım ütopyamın ayrılmaz bir parçası olan bu şarkı -tahmin edilebileceği üzere- kafamdaki "yeni dünya"nın yaradılış efsanesi oluyor. henüz üzerinde çok fazla kafa yormadığım -yormak da istemediğim (neden acaba)- bir (d)evrimin ertesinde, Nuh'un Gemisi gibi bir gemi, dünyadaki bütün çirkinliklerin sulara gömülmesini müteakiben yola koyuluyor. içi güzelliklerle dolu. güzel insanlar, güzel fikirler, güzel hayaller... dolayısıyla "güzel" bir gemi bu. adı ne olsun? sıradanlığın dibine vurup "umut gemisi" diyelim şimdilik.. (working title denen şey böyle bir "uğraşamam şimdi"ciliğe dayanıyor olsa gerek.. isimler değil, cisimler önemli burada; geçelim.) neredeydim? hah.. umut gemisi.. bu güzel insanlar, kafalarındaki tüm güzellikle bu güzel gemiye binip Tufan'dan kurtuluyorlar.
Umut Gemisi, bütün klişeleri yıkmış: mesela iki kaptanı var: derya köroğlu ve bob ross (turgay fişekçi de kaptan yardımcısı.. "kaptan" dedim, tekil kullandım, çünkü derya ve bob abilerimi duruma göre birleştirebiliyoruz.. şizofren kaptan = kaptanlar.. neyse..)
turgay abim yazıyor şiirleri, derya abim anında besteliyor ve bob abim de resmini yapıyor. renkler de gemideki her bir yolcu/tayfanın ruhlarından birer parça.. bob abimin öğütleri doğrultusunda herkes uygun bir yere kendi ruhundan üflüyor: kırmızı, mavi, yeşil, sarı, siyah, pembe, turuncu, turkuaz, mor ruhlar. capcanlı!.. herkes istediği yere istediği kadar üflüyor ve "anarşi tanrısı Nihai Ahenk"in yardımıyla düşlerdeki "yokistan" var oluyor.
her tarafına güzel insanların güzel ruhlarından üflediği bu güzel tuval/gemi, bob ross'un o kolaycacık yapılan güzel ağaçları, çiçekleri, evleri, patikaları ve şelaleleriyle doluyor yavaş yavaş... çalıp söyleyip oynayan insanlar her yerde! herkes doğuştan high! bir ütopya yaratılıyor, top yekun. (sonunda kullandım "top yekun"u, lisedeki edebiyat hocalarıma selam olsun)
alıntılamadan olur mu?? :
"The key to organizing an alternative society is to organize people around what they can do and more importantly what they want to do.
It is this principle that differentiates Yippie! from IBM and from the Mobilization as well. There is no ideology except that which each individual brings with him. The role he plays in building the alternative society will shape in some way its ideology."
(Abbie Hoffman - Revolution for the hell of it)
açılmış hayalleri rüzgarlara
vira vira dalgalandı dünya
terkedip halatları limanlarda
yıllardır üzerinde düşünüp geliştirmeye çalıştığım ütopyamın ayrılmaz bir parçası olan bu şarkı -tahmin edilebileceği üzere- kafamdaki "yeni dünya"nın yaradılış efsanesi oluyor. henüz üzerinde çok fazla kafa yormadığım -yormak da istemediğim (neden acaba)- bir (d)evrimin ertesinde, Nuh'un Gemisi gibi bir gemi, dünyadaki bütün çirkinliklerin sulara gömülmesini müteakiben yola koyuluyor. içi güzelliklerle dolu. güzel insanlar, güzel fikirler, güzel hayaller... dolayısıyla "güzel" bir gemi bu. adı ne olsun? sıradanlığın dibine vurup "umut gemisi" diyelim şimdilik.. (working title denen şey böyle bir "uğraşamam şimdi"ciliğe dayanıyor olsa gerek.. isimler değil, cisimler önemli burada; geçelim.) neredeydim? hah.. umut gemisi.. bu güzel insanlar, kafalarındaki tüm güzellikle bu güzel gemiye binip Tufan'dan kurtuluyorlar.
Umut Gemisi, bütün klişeleri yıkmış: mesela iki kaptanı var: derya köroğlu ve bob ross (turgay fişekçi de kaptan yardımcısı.. "kaptan" dedim, tekil kullandım, çünkü derya ve bob abilerimi duruma göre birleştirebiliyoruz.. şizofren kaptan = kaptanlar.. neyse..)
turgay abim yazıyor şiirleri, derya abim anında besteliyor ve bob abim de resmini yapıyor. renkler de gemideki her bir yolcu/tayfanın ruhlarından birer parça.. bob abimin öğütleri doğrultusunda herkes uygun bir yere kendi ruhundan üflüyor: kırmızı, mavi, yeşil, sarı, siyah, pembe, turuncu, turkuaz, mor ruhlar. capcanlı!.. herkes istediği yere istediği kadar üflüyor ve "anarşi tanrısı Nihai Ahenk"in yardımıyla düşlerdeki "yokistan" var oluyor.
her tarafına güzel insanların güzel ruhlarından üflediği bu güzel tuval/gemi, bob ross'un o kolaycacık yapılan güzel ağaçları, çiçekleri, evleri, patikaları ve şelaleleriyle doluyor yavaş yavaş... çalıp söyleyip oynayan insanlar her yerde! herkes doğuştan high! bir ütopya yaratılıyor, top yekun. (sonunda kullandım "top yekun"u, lisedeki edebiyat hocalarıma selam olsun)
alıntılamadan olur mu?? :
"The key to organizing an alternative society is to organize people around what they can do and more importantly what they want to do.
It is this principle that differentiates Yippie! from IBM and from the Mobilization as well. There is no ideology except that which each individual brings with him. The role he plays in building the alternative society will shape in some way its ideology."
(Abbie Hoffman - Revolution for the hell of it)
Subscribe to:
Posts (Atom)
"Hayatımızdaki en önemli olaylar biz orada yokken olur." - Salman Rushdie