Monday, March 31, 2008

" i'm a true fairy "


bugünün konusu jobriath: amerika'nın ilk glam rock şarkıcısı. eşcinsel olduğunu ilan eden ve buna göre yaşayan (ne dedim) ilk şarkıcılardanmış ayrıca. 1969'da david bowie "space oddity" ile zirve yaptıktan sonra -bazılarına göre- bowie'nin amerikancası olarak sahneye çıkıyor jobirath kişisi. ancak muhtelif talihsizlikler sebebiyle (albümün promosyonunun yeterince yapılmaması, eşcinsel olduğunu ilan etmesi, belki de az biraz geçimsiz olması) ikinci albümünü dahi zor çıkarıyor ve müzisyenlikten istifa ediyor.
ilk dinlediğim albümü ikincisiydi: "creatures of the street". hiç beğenmemiştim. meğer ilkinden, kendi adını taşıyandan başlamak gerekiyormuş. "jobriath" albümündeki şarkıların çoğu iyi, bazıları çok iyi. (bence, tabii..) yani, ümit vaadediyormuş aslında.. ikinci albüme bi şans daha vermek lazım belki de.
en çok "take me i'm yours", "be still", "world without end", "i'maman" ve "morning star ship" şarkılarını sevdim.. ("be still" şimdiye kadar dinlediğim en ilginç ilan-ı aşk şarkılarından bu arada.)
aşağıya "i'maman"i ekledim bakalım ne düşüneceksiniz :) en sevilen şarkısı olması dolayısıyla youtube'daki en adam gibi video bunun. topaloğlu kazmasından önceki "uzaylı"mız, fütürist space clown'ımız işte budur:

Sunday, March 30, 2008

"ellerin mektubu gelmiş okunur benim yüreğime hançer sokulur"

yine bi şarkıyla devam edeyim hatta:
"yandı mı bu postaneler yıkıldı mı yoksa"


postadan ne bekliyorsam gelmiyor yaa!!! çıldırıciiim! hangi akla hizmet öyle bi salaklık yaptıysam, beş hafta önce zippo aldım e-bay'den. taaaa amerikalardan. salağım ya, ondan. dandik satıcı önce "senin çakmak çizik çıktı, düşük puan verme diye yolladık zippoya yensini yollicaklar" diye bekletti üç hafta kadar. geçen hafta da mail atmış, "yola çıktı çakmağın, 3-5 günde elinde olur". oldu canım, görürsem söylerim. çakmak makmak yok ortada. gümrüğe mi takıldı diyorum, ama 20 dolarlık bişey yol parası dahil.. olamaz yani.. (diye düüşünüyorum.. ama olabilir mi?)

bi başka şey, yani neden yaptığımı bilemediğim bi faaliyetle alakalı. taaaaa aralık'ta adbusters'a abone oldum. taksim'e her gidişimde robinson'larda sürünmiyim diye.. onlar da düzenli doğru dürüst getirtmiyo ki. ama belki de sorun adbusters'ın dağıtım şeysindedir. ne ocak-şubat, ne mart-nisan sayısı geldi. yetkililere seslendim tabii doğal olarak, "hastayım ben size, niye dergimi gönermiyosunuz, üzüyosunuz beni" dedim.. "biz dergilerinizi yolladık" dedi ryan. bi de adresimi uzun buldu. e napalım kardeşim.. istanbul burası. postada her bi şey kaybolabilir ayrıca... ki kayboldu herhalde...

hadi bunları geçtim, gelmesinler tamam, ama şu master başvurularımın sonuçları gelse artık... gelse de kurtulsam kukumav kuşu gibi düşünmekten. reddedilmişsemde plan felan yaparım ne bileyim hindistan'a gider gönüllü çalışırım. umut etmek iğrenç bi şey. direkt red gelse, en azından, "eh kader" der susarım. hayır yani, muhtemelen ikisinde de ilk aşamada elenmişimdir. niye o anda bi mail atmıyosunuz kardeşim? resmen reddedildiğimi öğrenmeyi napıyom ben öyle antetli kağıtlar felan. "kusura bakma kardeş, beğenmeik" seni diyin.. of ya!!!!!!!!!!!!!

belki de hep bu postacılar yüzünden. hepsi bana karşı komplo düzenlemişler, daha fazla delirtmeye çalışıyolar. hatta postacıalrdan ziyade kapitalist düzene bok atayım: ne demiş deleuze? kapitalizm hherkesi paronayak yapar, pısıp öyle oturursunuz.
neyse işte.. histerik yazımı burda bitirirken, elazığ'dayken her allahın günü söylediğimiz güzel gakkoş türkümüzü paylaşayım sizinle. (youtube da açılmış, blogum tekrar renklenmiş, orman ne güzel ne güzel! ama şu embed şeysini niye kaldırmışlar ki???)

http://www.youtube.com/watch?v=LnYP2jxf0Kk

bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır
bugün posta günü canım sıkılır
ellerin mektubu gelmiş okunur
benim yüreğime hançer sokulur
(evet burdaki amca son dizeyi farklı söylüyo, biliyorum.)

Saturday, March 29, 2008

muhlis bey'den inciler 1

KALP KERİZİ NEDİL?..
Yazan: Kalpasör Dottor Muhlis bey...

Kalp kerizi dediyimis kalp sıkıştırasyonu aslında aşırı heyecam veyağ fikir sonucu oluşur. Kalp atı verilen ciyer biçimindeki organımızı hepsiniz ciyercilerde görmüşsünüzür. Bu organ 1) atlardamar, 2) hoplardamar, 3) karıncağız, 4) kulakcağız olmak üzele dörte ayrılır. Bis bu dört organa da kollar ve bacaklar diyoluz. Allahaısmalladık..

(Cırcırböceği Muhlis Bey ve Yavlum Mithat, Behiç Pek ve Latif Demirci, sol baştan 5. sayfa)

bazı blogger'lara sorular;

- "laikçi" ne demek? bu lafı icat edenler mal mı?
- "laiklik" ne zaman faşizm oldu? faşist dinin faşist dincilerinin canını yaktığı zaman mı? (zıvanadan çıkarttınız sonunda)
- "türban" ne zaman "özgürlük"le aynı cümle içinde geçmeye başladı?
- "kemalist" nedir? hakikaten yani... nedir? biliğim şeyler şu anda olup bitenlerden alabildiğine alakasız...
- "kemalist!" ne zaman bir hakaret sözcüğü olmuştur?
- "kemalist"lerin "faşist" olduğunu iddia edenler "faşist" değil midir?

aklım karıştı.. had hudud bilmeden bi taraflarından teoriler icat edenlerin derdi nedir? derdin dermanı atatürk'e ve atatürkçülere faşist demek midir? murat belge gibi beyni uzaylılar tarafından ele geçirilmişlerin "ben de bu ülkeden çok çektim, ailem de çok çekti. o yüzden batsın bu türkiye" mentalitesiyle her allahın günü başka bi saçmalık icat etmeleri caiz midir?

yazmıyım diyorum.. olmuyo ki kardeşim. bilen de bilmeyen de bi tarafından atıyor.
ve.. ne acıklıdır ki.. "siz faşistsiniz" diyenlerin, "bize yaşam hakkı tanımıyorsunuz" diyenlerin, tam da bunları demeleri ve bunları derken öne sürdükleri argümanları yüzünden faşist olmalarıdır.

özgürlüğü savunmam, akp'nin icraatlerini destekleyeceğim anlamına gelmez. çünkü yalancı, ikiyüzlü, dolandırıcı, hırsız ve cahildirler.
özgürlüğü savunmam, "bu milletin yarısı bu partiyi istemiştir, o yüzen akp iktidari meşrudur" diyeceğim anlamına gelmez. çünkü değildir. çoğunluk hiçbir şeyin ölçüsü değildir. ve o çoğunluğun nasıl bi çoğunluk olduğu da ortadadır. (ve, maalesef hala, seçimlerden o oyların nasıl çıktığını anlamış değilim.)
özgürlüğü savunmam, "ülkeyi yıllarca atatürkçüler yönetti, biraz da muhalefet konuşsun" diyeceğim anlamına gelmez. çünkü ülkeyi atatürkçüler falan yönetmedi. akp de muhalefet falan değildir.

bütün bunlar, atatürk'ün yaptığı/söylediği her şeyi desteklediğim anlamına da gelmez. ulus-devletler hep kanla kurulur, bunun öyleydi böyleydisi de olmaz. o zaman "böyle değil de şöyle yapılsaydı nasıl olurdu?" sorularına verilecek cevaplar sadece spekülasyondan ibarettir, tarih yazılmıştır bi kere, değiştirlemez.
ha, bugün, aynı prensiplerle yola devam edip etmemek ayrı bir tartışma konusudur ve atatürk'ten tamamen bağımsızdır. atatürkçülükten bağımsız mıdır, belli değil; ama bunun için önce atatürkçülüğün/kemalizmin adam gibi tanımlanması gerekir. ona göre konuşalım. en kabul edilemez şeylerden biri atatürk'ün ilahlaştırılması ve tabulaştırılmasıdır, evet, ama bunu değiştirmenin yolu bok atmak değildir. ki sizin, atatürk'ü yererken kimleri övdüğünüz de ortadadır; adamı hasta etmeyiniz.
saygı, "bana saygı göster ulan, yoksa sıkarım topuklarına" diyerek istenmez. saygı gösterilir, sonra da karşılığı alınır. herkesin karşısındakine faşist dediği bi ortamda da hiçbi bok olmaz, ancak iç savaş çıkar. ayrıca "uzlaşma"(!) taraftarı olsam da bana zerre kadar güven veremeyen birine de kalkıp "oh ne güzel özgürlüğü savunuyosun" demem. eşitlikten, özgürlükten ve hatta kardeşlikten(!) dem vuranlar diğer yandan terörist besliyorsa ömür boyu saygı da göstermem. her şey karşılıklı. yok eğer, birbirimizi geçmişle yargılicaksak, "senin ordun benim babamı vurdu, sen de onlardansın" deniyorsa bana "senin teröristin benim annemi vurdu" deme hakkını kendimde görmem en anlaşılabilir şeydir. birçok kazmalığın da sebebi budur.

son olarak, bu yazdıklarım milliyetçi olduğumun da kanıtları sayılamaz. dangalaklığa, teröre ve emperyalizme karşı çıkma hakkı milliyetçilerin tekelinde değildir. sadece, rica ediyorum, bir şeylere karşı çıkarken neyin arkasına saklandığınızı iyi bilin.

çocuk istismarını durdurun!


tanrıça, oklarıyla canımı almadan önce bunu da bi yazayım dedim.. üşendim valla, kusura bakmasın.

çocukluğumdan aklıma kalan çok şarkı var aslında.. çoğu da "çocuk" şarkısı. tembel tembel tembel oooy tembel ooy vardı mesela, sinir olurum. çünkü tembelim. bi de salak bi çocuk vardı ilacı şeker sanıp yiyodu veya içiyodu. hep dalga geçtim o çocukla. neyse ama.. konuyla alakalı bi şarkı olsun diye, bir küçücük aslancık varmış'ı yazayım buraya.. çoooook üzülürdüm bunu söylerken. ekşi'de de gayet güzel anlatmışlar zaten ne menem bi şarkı olduğunu.

Thursday, March 27, 2008

kabuslar

şu blog işini ciddiye aldığımı söylesem yalan.. eğleniyorum kendi çapımda. bazı şeyleri unutmamak için, bazılarını paylaşmak için, bazılarını da bilgilendirmek için yazıyorum. memleketin hali de malum.. ilhan selçuk gibi birini ergenekon davasıyla ilgili olarak tutup götürebiliklerine her şey olur artık. 30 yıl öncesine mi dönüyoruz ne?.. neyse, enseyi karartmayalım.. en azından bi süre daha..
blogger olarak tehdit altında hissediyorum. bu kadar paranoyaklaştım artık, ötesi var mı? olmayan şey değil milletin hükümeti felan eleştirip içeri alınması. işte buyrun; biri mısır'dan, biri iran'dan, biri rusya'dan üç örnek vereyim size.. (rusya'daki olay belki biraz daha farklıdır, bilemem.) türkiye neyse ki mısır ya da iran değil..ama belli de olmaz valla. "devlet" belalı bi şey işte böyle..
bu sabah ilk defa "soğuk terler dökmek" deyimini deneyimlemek suretiyle anladım. rüyamda faşitler kovalıyodu beni.. çok fena bi şey. saklandığım evin kapısını açtılar önce, belki anahtarla. sonra da odanınkini açıyolardı ki -böyle bi korku olamaz- bilerek ve isteyerek o kısmı atladım ve kendimi dışarda buldum. sanırım kullandığım bi de tünel vardı o anda, daha önceden de bikaç kere kullandığım. johnny epp'in kontrolündeydi ama. girenden çıkandan para alıyodu, ve çok sert bi adamdı.. (geçenlerde, beni ölesiye bayan ve bu yüzden sonuna kadar izleyemediğim "the man who cied"daki hali.. pek etkilenmişim ordaki johnny'den herhalde.)
işte böyle.. rüyalar da çığrından çıktı. annemin ve babamın ölümünü çok grdüm bu ara zaten.. hele annemin kanser olduğu filan çok dokundu, iki saat filan ağladım. ama faşolar hakkaten çok ilginç. italya'da mıydı neydim..? cenab-ı rabb'il alemin esirgesin. hadi bakalım.
jobriath'tan "world without end" gelsin şimdi de... şurdan buyrun.

Saturday, March 22, 2008

haftalık rapor

hayvanların var ya hani, gittikleri yere "burası benim" işareti bırakma olayı.. ben de kepek bırakıyorum artık. çok çılgın di mi? ne kadar iğrenç olduğum umrumda bile değil, affedersiniz ama. beynimi yidimmm.

* * * * * * *

yaptıklarımı unutmayayım diye burayı günlüğe çevirdim sanırım.. neyse.. tıraşı kesip yazıyorum. bu hafta allah için ne yaptım?

- fransızca kursuna başadım. o aptal konsolosluğun sınıflarını şunlarını bunlarını yenilemediklerine inanamadım. çağdışı yöntemlerle ders yapmaya çalışıyoruz ve tabii ki olmuyor. dvd çıkalı 10 sene oldu hala video yu ileri geri sarmakla uğraşıyo hocamız. ama en bombası o 50'li yıllardan kalma olduğunu düşündüğüm kasetçalarlar (o zamanlar kaset var mıydı? kasetin çıktığı tarihi alın işte siz). inanılmaz bi şey. bi tanesini çalıp satıcam, acayip para kırarım. (en korktuğum şey de DELF sırasında o kasetçalarları kullanmaları, zerre anlaşılmıyor aletten çıkan sesten.) sınıfım pek dandik olmayan ama götleri arşta insanlarla dolu. "gruplaşmalar var hocam, beni aralarına almıyolaaaaar!" neyse.. almazlarsa almasınlar. hocam o manyak süper giyinen kadın, ayşe. bi insan baştan aşağı mor giyer mi yaaa? hastasıyım.

- hayat çok acımasız.. çılgın dersimin milliyetçilik ödevinin konusunu seçememekteyim.. ama o geldi beni buldu. pazartesi'ye kadar yapılacak ödevin konusu "milli nedir? milliyetçi kimdir?" hasbinallah ve nimel vekil diyorum, başka bişeycikler demiyorum.. bir yandan saçlarımı yolarken diğer yandan onu yazmaya uğraşıyorum. çok kötü olucak, bunu da biliyorum. neyse... sukhwinder singh dinliyorum ya, biraz neş'e saçıyorum arada sırada.

- bollywood'un filmi'si demişken.. "there'll always be stars in the sky" diye garip bi belgesel aldım okuldan. imdb'de felan kaydı yok ve sanırım 20 yıllık filan bi belgesel. bollywood filmlerindeki şarkıları filan anlatıyo. üç tane önemli şey öğrendim belgeselden:
1. sesi ezelden beri kulaklarımı tırmalayan en kıl olduğum bollywood playbackçisi lata mangeshkar kişisi gines'e girmiş 25.000 stüdyo kaydıyla. inanamadım! hoş.. wiki'de de yazıyomuş ama görmemişim.
2. hindistan'da film müzikleri dışında piyasada müzik yokmuş pek. hani.. tahmin ediyodum da, böyle öğrenmek pek bi garip oldu. meşhurolmak isteyen şarkıcı bu film işine girmek zorunda, girince de öyle devam ediyolar zaten. allahtan allah rakka rahman gibi iyi besteciler var da arada sırada doğru dürüst şarkılar çıkarıyorlar... (bayılıyorum adamın tam adını yazmaya.. adı allah ya.. ben olsam çarpardım.)
3. öğrendiğim en önemli şey raj kapoor'un ne kadar "kötü" bi insan olduğuydu.. yani, ölünün arkasından konuşmak gibi olmasın da (ne salak bi laf di mi), ya "kötü" ya da "cahil" bu adam, hayranları kusuruma bakmasın. (ki blogumu okuyan kişilerden raj kapoor hayranı çıkacağını sanmamaktayım ya neyse.) halkı resmen "dolandırarak" paranın dibine vurmuş bi kişi olduğu için yaptığını bi şekilde meşrulaştırma derdindeymiş meğer. ahanda (yaklaşık olarak) bunları söyledi: "halkımız kendi hayatlarında çok mutsuz ve umutsuz. biz de onlara hiçbir zaman sahip olamayacakları hayalleri satıp üç saat için de olsa yüzlerini güldürüyoruz. bunun sevinci bize yeter." pes be raj!!! sokaktaki adam röportajlarında da zavallı hint fakirleri "haftada en az üç kere sinemaya gidiyorum, dertlerimi böyle unutmaya çalışıyorum" gibisinden beyanatlar verdiler. yazık be. awaara gibi dandikötesi bi filmi çektin, parayı kırdın, e sonra allah için ne yaptın? ne faydan oldu bu insanlara?

- "yüksek"(!) kültüre geçelim efendim: dün maaile oturup alegria'yı izledik, gözlerimiz bayram etti. (ahanda fransız kültür'ün bu güne kadar bana en büyük faydası bu olmuştur, deeermişim.) ailecek hastası olduğumuz karakter de şu eleman: yuri medvedev. bulun izleyin derim.

- haftanın en yüksek kültür şeysi olması beklentisiyle un flic'i izledim bi de. hatta berna'yla izledik. pek sevdik tabii ki.. ama le cercle rouge'u bırak, le samurai'nin eline su dökemez bu seferki. yine de "nasıl yaaa? noldu şimdi? bu polis neci? kimin için çalışıyo? ne ilgili var bu adamlarla?" sorularıyla bitirmemiz ilginçti. ayrıca pek çılgın melville klişeleri vardı filmde. klişe dediğime bakmayın, asıl söylemek istediğim şey için kelime bulamadım... ona özgü bişiyler olduğunu anlatmaya çalışıyorum. neyse. alain tabii ki öldürdü yine bizi. ama bu sefer bakışmı olayı abarmış gibi geldi.. öyle yani.. okulda izlediğim filmlerden pek bi şey anlamıyorum ama yine de. evde izlemem lazım bi ara.

* * * * * * *
bu seferki yazı hepsinden kötüydü, farkındayım. idare ediniz artık. bıktım bu okuldan ya teslim-i can eylemek üzereyim! :(
görüşmek üzere...


not: bi de, bilen varsa, şuraya nasıl müzik koyabilirim söyleyebilir mi? tercihen bilgisayarımdan yükelemeyi öğrenmek istiyorum. (çok şey mi istiyorum?) youtube kapandı hayatım karardı resmen.

Saturday, March 15, 2008

ayıp "L" şeysinin tanrıçaları


geleneksel "sınav dönemi dizilere sarmak" tribine girmiş bulunmaktayım. dün ve bugün, bütün gün oturup the l word'ü izledim. yine içim dışım "LA" (acccayip cool'um di mi) ve lezbiyen oldu. bu sezonda sevişme olayını biraz abartmışlar gibi, on bölümü bitirmeme rağmen dişe dokunur bir şey olmadı. içim bayıldı artık öpüşmelerden... ilk sezonundan itibaren "l word"ün hastasıyım ama dördüncü ve beşinci sezonda konusuzluktan ne yapacaklarını şaşırmış gibiler. dizi ufaktan lezbiyen pornosuna dönüşecek sankim... neyse.. itirazımız yok, takılsınlar.
dizi hakkında biraz bilgi vereyim bari. los angeles'ı sallayan bi grup lezbiyen hatunun hayatını izliyoruz. ama bu kişiler gayet iyi eğitim almış, üst-orta sosyo-ekonomik sınıfta değerlendirilebilecek tipler. o yüzden gay olmaları sebebiyle çektikleri sıkıntılardan ziyade -ama onlar olmazsa olmaz tabii- birbirleriyle ilişkileri anlatılıyor. nerdeyse hiç erkek yok, hatunlar zaten süper-taş, hepsi de birbirinden deli. yaşayıp gidiyolar. herhalde türünün en iyi örneklerindendir bu dizi. hani gay/lezbiyen filmleri genellikle bağımsız çekildiklerinden midir nedir, bi değişik oluyolar.. buysa bildiğiniz hollywood şeysi işte.
benim için iki önemli hatun var dizide. birisi "bette" karakterini canlandıran jennifer beals (siyah-beyaz fotodaki hatun), diğeri de genç kızların rüyası "shane" kişisini canlandıran katherine moennig (aşağıdaki güzellik). bette ablam sanat tarihi öğretim üyesi.. aşmış bitirmiş bi hatun. tanrıçayı andıran bir güzelliği var. ve acayip güzel giyiniyor: çok-yüksek belli pantolon ve etekleri mesela. muhteşem melez kişisi işte. tek kötü yanı paso sevgililerini aldatması. kendi deyimiyle "destructive" bi kişilik. ikilemlerini merakla izliyorum...
eveeeeet.... gelelim şeyn'e. onu anlatmaya bloglar yetmez zaten :)) böyle bi çekicilik olamaz. bu hatunu nerden ve nasıl bulmuşlar bilmiyorum. bi rolle nasıl bu kadar özdeşleşilir onu da bilmiyorum. (sanki onun için yazılmış gibi.) hatunun elinden bi uçan bi de kaçan kurtuluyor. çokeşlilik prensibiyle yaşasa da dizide öyle garip bi hali var ki.. kimseyi kır(a)mayan, arkadaş canlısı, sevgili mevzusu dışında sadık vs vs vs... yani izlemesi güzel de yanına yaklaşılmaması gereken tiplerden. önermiyoruz. her bölümde birilerinin kalbi kesin kırılır, kendiliğinen :) dizide her ne kadar diğer hatunlar kadar ön planda olmasa da yer yer bizlerle paylaştığı aforizmalarıyla ve "aşmış" replikleriyle izleyenlerin gönlünde de taht kurmuştur eminim. hemen örnek verelim:
carmen- fuck you!
shane- if you want..
(tabii ki bu söze eşlik eden bir de manyak gülüşü var.. aşağıda biraz yapmış ondan işte.) geçen sezondaydı galiba, "you look very shane today" olayı vardı.. süperdi. tengri hepimize nasip etsin shane gibi görünmeyi.
ahanda işte böyle özdeşleşirim karakterlerle. oyuncuyla kurmaca karakteri de işte böyle karıştırırım. dünyanın en yüzeysel insanıyım. oh be :p
artık gidip biraz soğuk savaş ertesi dünya konjontürünü okuyabilirim.

Friday, March 14, 2008

haberleeeeeeer haberleeeeeerrr!

günün en önemli haberi sosyal güvenlik reformunu(!) protesto için yapılan eylemler olmalıyken -ki biz de katıldık sayılır yarım saat ders yapmayarak- akp'nin kapatılma mevzusu oluverdi. "oh oh ne güzel" diyoruz.. diyo muyuz? bilmiyoruz.. bilirkişiler çıksın konuşsun bakalım önce, herkes ne diyeceğini şaşırmış gibi.. o arada şunlara bakalım:

ilk haberimiz on yıl boyunca sahte diplomayla doktorluk yapan bi hatunla ilgili. kendisine inanamamakla birlikte, kutluyorum efendim. sahte belgeyi tanıyamayan devletimize ve sahte belgeyi onaylayan şerefsiz ve açgözlü -hangisi açgözlü değil ki- noterimize selam ederim.

psikopat milli eğitim müdürünün eğitim anlayışına buyrun. neyse ki paçayı kurtardık liseden. hadi üniversitemiz de iyiydi hoştu. sıra ülkeden paçayı kurtarmakta. takılın abicim siz arınız balınız ve peteğinizle.

son olarak da, genel kültürümüzü şeeedelim diyerekten şuna da bakmakta fayda görüyorum. ispanyolca konuşulan ülkelerdeki "juan perez" ve "sultano" olaylarına dikkatinizi çekerim efenim, hastası oldum :) arapça/farsça konuşan ve/veya bunlardan aşırı derecede etkilenmiş ülkelerdeki "falan" hedesine de dikkat... sevgili memleketimizi de "sarı çizmeli mehmet ağa" başarıyla temsil ediyor. ancak eksik buldum çalışmayı. ahmet, mehmet, ali, veli, ayşe, fatma neredeler?

neyse.. gavurun anketi bu kadar olur diyor, sizleri -ortalama yaşam süremiz 90 olduğu için- ülkemizdeki ilerici ve refah yükseltici sosyal güvenlik sistemiyle başbaşa bırakıyorum. 65 yaşında açlıktan hep beraber ölücez en azından. (yani elli kere söyledik; salacan bunların üstüne dexter'ı, bak bakalım bi daa yapıyolar mı?! kapatsınlar ulan. yeter be bunların kazmalığından çektiğimiz! bakkalların yüzkarası dolandırıcı herif.. konuşmuyorum işte. demiyorum hiçbi şey. ne haliniz varsa görün.)

Thursday, March 13, 2008

türk kimdir ?

derslerim sağolsun, içim dışım milliyetçilik oldu. herkes her şeyi farklı tanımladığı için zaman zaman kabak tadı veren konular arada bir öyle kişilere geliyo ki sinirli sinirli kahkahalar atmaktan geri duramıyorum. bu haftaki en manyağımız -ki tarihimizin en manyağı da olabilir kendisi- nihal atsız olmasına rağmen, bir de reha oğuz türkkan var ki hayalgücüyle gülmekten öldürdü beni. atsız kadar manyak olsa da, topluma o kadar zararlı değil en azından. zannımca hani.. atsız herhalde fırst bulsaydı hitler x2 filan olurdu. neyse.. incilerini dökelim. önce türkkan'ın "türk" tanımını buyrun:

buğday tenli, orta ve ortadan az uzun boylu, düz veya pek hafif çekik gözlü, kestane saçlı, ela-kestane gözlü, yuvarlak başlı, dar burunlu, azıcık belirli elmacık kemikli, kuvvetli yapılı, dayanıklı; geç, fakat şiddetli öfkeli, cesur, çok büyük askeri kabiliyetli, benci, geçimsiz fakat kuvvetli bir otorite altında örnek disiplinli; teşebbüs kabiliyeti az; sanat zevki ve sanat kabiliyeti vasatın üstünde, çok zeki, kavrayış kudreti çok derin, sentetik, pratik dehalı, hükmetmek meyli kuvvetli, iradeli, başkalarının hüviyetini benimseyip onların sahasında da kendini sivriltmek hevesine mağlup, bir sahada aynı enerjiyi uzun zaman gösteremeyen, itiyat edindiği işlerde çok çalışkan, yoksa tembel; fakat birdenbire müthiş hamleli faaliyet gösterebilen ve o zaman çok dinamik olan, toptan iyi görüşlü, teferruatta ihmalci; zaruret halinde merhametsiz, fakat mümkün oldukça çok merhametli, müsamahakar, gösterişi sevmeyen, vakur, fakat gururlu, ve oldukça kıskanç, haysiyet ve şerefine çok düşkün, asil zihniyetli, ciddi, fakat melankolik olmayan insanlar.
(reha oğuz türkkan, "ileri türkçülük ve partiler", s. 87)

buyrun şimdi de tımarhaneden çıkarılmaması gereken atsız psikopatına.. güven bakırezer "modern türkiye'de siyasi düşünce"nin 4. cildinde nihal atsız hakkında şunları yazmış:

çingenelerin hindistan'a sürülmelerini ya da olmazsa hakkari'de zorunlu ikamet ettirilerek "adam edilmeleri"ni önermiştir. kürtlerin de aynı şekilde kendilerine gidecek bir yer bulmalarını, örneğin birleşmiş milletler'en afrika'da bir yurtluk istemelerini, aksi halde, başlarına gelebilecekleri ermenilerden sorup öğrenmelirini tavsiye etmiştir. (s. 355)

atsız'dan bi de "şiir" buyrun efenim:

türk, atına atladı,
çin'in ödü patladı.
silinmez damağından
kılıcın kanlı tadı.


tengri hepimizi faşolardan korusun. amin.

Friday, March 7, 2008

boli boli boli mangal



bugün bişiyler oldu bana, bloga yapıştım. şu klipleri de koyup gidiyorum artık...
efenim, filmimiz, hindistan'daki ilk isyanı örgütleyenlerden mangal pandey'i anlatan the rising: ballad of mangal pandey. başrolde emirciğim var =)) rani de esas kızımız güya da.. pek bi olayı yok. yalnız şurdan dansta aşmış olduğu klibi görebilirsiniz. varlık gösterdiği tek sahne denebilir. biz daha "ilginç" şarkılara(!) odaklanalım:
öncelikle, yukardaki klibe hastayım. özellikle çingene hatunlara. hala şaşarım hindistan'ta öyle sahneleri olan film nasıl gösterime girdi diye.. bu arada, yamulmuyorsam, şimdiye kadarki en yüksek bütçeli bolivud filmidir bu. yakışır yani. şarkıda da "seni hayırsız, kalbimi çaldın" gibilerinden sözler var. orta yerde tepinen de emir. (saça sakala hastayım tabe.) bi nevi alkollü içki içip böyle oluyo. içmemek lazım tabii.. o beyaz içki neydi unuttum, filmi bi sene önce izlediğim için affedin.
alttaki şarkıya da ayrıyeten hastayım. benden başka da kimse sevmez, onu belirteyim. zaten tamamı söylenmemiş filmde. bizimkiler tam isyan edecekler, toplaşıp "el medet mevla" diyolar. şarkıyı tam olarka çevirebilirim hatta. ama yapmıyorum.. ar damarım çatladı ama yok olmadı henüz.. ayinde hindusu müslümanı birarada (isyanın ve filmin kilit noktalarından). anlaşılacağı üzere takkeliler bizimkiler. ortalıkta gezen tütsücüler bi yana, şarkıyı söyleyen/playback yapan insanın gözleri üstünde durulmalı izlenirken. o nasıl bir yuvarlamadır allahım! dua ederken orgazm olunuyor herhal.. klibin sonlarına doğru bi haberci geliyor, grubun müslüman liderine gidiyor. (emir/pandey ikinci adam gibi ve hindu.. ama insanları en çok gaza getiren o.) kalkarlarken selam verme stillerine de dikkat. (emir aslında müslüman tabii.. soyadı khan, hindistan'daki bütün müslümanlar gibi :p )
bu arada.. derseniz ki bu isyan niye çıkmış.. efenim ingilizler bu hintli askerlere yeni silah getiriyolar ve fişeklerini ağızlarıyla açıp tüfeğe koymaları gerekiyor. ama fişek yapılırken inek ve domuz yağı kullanılmış. inek hindulara kutsal, domuz müslümanalra haram.. ordan gerisini şeedin. olayın sonunda mangal'ı yakalayıp asıyorlar. ama hemen ardından ço kdaha büyük bi halk isyanı çıkıyo ve sonuç olarak ingilizler bu inek/domuz yağı işinden vazgeçiyolar. boyunalrı altlarında kalsın.

Thursday, March 6, 2008

"parle à ma main" aka PAMM

efenim michaël youn adında fransız bi eleman var. hem oyuncu hem komedyen hem radyocu hem bilmemneci bi adam. ama kendisini "şarkıcı kişiliği" ile tanıdım, öyle sevdim, bu alandaki başarılarının artarak devam etmesini temenni ederim. kendisi en kıl olduğum müzik(!) türü olan rap şeycisi. (şindi rap müzik mi değil mi? o zaman hiphop ne? bilmiyom valla.. anladınız siz onu.)
abim bi grup kurmuş, adını da fatal bazooka koymuş, başlamış rapçilerle dalga geçmeye. neyse.. adamın geçmişini bilmiyorum pek. youtube'daki kliplere bakılırsa çok da "hastası olunacak" bi tip değil benim için. gelecekteki çalışmalarını yakından takip edilesi biri ama. bi şarkısı var ki, kopardı beni. paris'e salak gibi grev zamanında gittiğim için ..mı kaldırıp dışarı çıkasım yokken evde oturup bu klibi izlemiştim (çünkü 3 klipten biri buydu). ayrıca erasmus dönemimin son demlerine kısmen damgasını vurmuş olan (belçika'ya geç geldi netekim) bu şarkıyı na aşşada sizlerlen paylaşıyorum. (direkt youtube linkini açarsanız şarkı sözlerinin ingilizce çevirisini de bulabilirsiniz.) yalnız dikkat, klibi lütfen izleyiniz, önemlidir. hayatınız değişecek! eğer izlemez de sadece dinlerseniz 5 yıl, hem izlemez hem dinlemezseniz 10 yıl karabasanlar basar, ona göre.



les mecs ils sont tous nuls ! =))

Laura, où es-tu ?

ça, c'est un poème dans mon nouveau livre de français.. je sais que c'est stupide mais c'est la seule chose je peux écrire en français maintenant :)
au fait.. ça va lalo ? tu me manque.. bisouxxx !


OSTRACISME*

Il est tout malheureux, le petit lapin noir
Que sa blanche maman, ce soir, a rejeté
De la communauté.
Pas de lapin noir
Chez les lapins blancs,
C'est clair, mon enfant ?
Bonsoir !
Et on lui claque au nez la porte.

Il est jeune, il fait froid, qu'importe.
Rien ne sert ici d'insister,
Il faut patte blanche montrer.
Alors, le petit lapin noir,
Dans un extrême désespoir,
Mais n'ayant pas de carabine,
Va se noyer dans la farine.
La neige, en rafale, soudain,
Hélas, lui bloque le chemin
Du moulin.
Quel destin,
Dieu, quel destin, petit lapin !

Lors, toute la nuit, il attend,
Et le landemain, au matin,
Quand sa maman le voit dans son beau manteau blanc
Et qu'il n'est plus question de le laisser dehors,
Le petit lapin noir, vraiment, est bien content,
Bien que mort.


Michel Deville, Poèmes zimpromptus, 1985.



* Dans la Grèce antique, l'ostracisme est le banissement d'un individu de la cité par décision de l'assemblée publique.
* En sociologie, l'ostracisme est une forme d'exclusion sociale qui survient à l'occasion dans certains groupes sociaux.

Wednesday, March 5, 2008

havadan sudan 2

ayrıca, sayın gadjo'dan milyon kere özür diyorum, filmleri hala izle(ye)medim. bir yandan da o yüzden vicdan azabı çekiyorum. kendisine, muhtemelen izlediği bir filmden, süpper bi şarkı yolluyorum:



mastır işi yatarsa hindistan'a gitmeyi tekrar düşünmeliyim.. asıl hayallerimi unutmamalıyım. hatırlıyım diye de yazıyorum buraya. öyle yani, tamamen kişisel :) eeemir sen bizim her şeyimizsin!

Tuesday, March 4, 2008

havadan sudan

blog işi de yalan olmak üzere adeta.. hiçbi şeyi yazmaz oldum. tabii her şeyden önce "ders çalışmaya çalışmaktan beynimi yicem" faslı var da, onu kısa kesiyorum. çevremdeki insanları yeterince sıktım bu mevzuyla. sonraaaa... geleli bir ayı geçti ama senem'i ve canan'ı sadece birer kere gördüm. (aha yazıyom buraya gerçek isimlerini. oh be!) akrabalarımı bile görmüyorum mesela.. teyzemi sadece iki kere gördüm. kadın gelip beni karşılamasaydı bi kere görmüş olcaktım. nuray ablayı görmedim, aysel'i görmedim (hoş, kendisi denizli'deymiş)... amcamları da bikaç kere gördüm işte.. ama o arada, nasıl olduysa, gülseli'yi gördüm bi kere =)) daha ne olsun? eve kapanmış oturuyorum yani.. elimde olsa okula da gitmicem.
artık film de izleyemiyorum. "iki/üç film birden" günlerim gerilerde kaldı. ama son zamanlarda iki güzel film gördüm: the man from earth ve lady in the lake. birincisi kesinlikle süperçılgın bi film!!! herkes izlesin! bi de deli gibi "parfümün dansı"nı andırdı tabii.. ama wiki'ye bakılırsa senaristin -yani jerome bixby'nin- aklına bu fikir, kitap çıkmadan 20 yıl önce gelmiş. ben bilmem wiki bilir. ikinci film de ilginçti. vasattı işte. oyunculuklar pek bi değişikti bi de. izlememin tek sebebi, iki hafta önce başladığım ve öylece bırakmak zorunda kaldığım "bir film nasıl okunur"daki şu cümleler:
"Romanda son derece yararlı olan birinci tekil şahıs anlatımını deneyen tek film yalnızca Robert Montgomery'nin Göldeki Kadın'ı olmuştur. Sonuçta ortaya çıkan sıkıntı verici, klostrofobik bir film oldu: Yalnızca kahramanın gördüğünü gördük. Kahramanı bize göstermek için Montgomery bir dizi ayna hilesine başvurmak zorunda kalmıştı." (James Monaco, s.49)
eveeeeet... bunların dışında.. geçen pazar, yani son gününde einstein sergisi'ne gittim. pek ilginçti, pek güzeldi.. bisssürü şey öğrendim :)) mesela einstein'ı, doğduğu zaman, bi uzay gemisine (miydi) koysaydık ve verseydik gazı, ışık hızına çok yakın bi hızda gitseydi bu, einstein bugün 1 günlük olucaktı. yaaaaa.... neler de biliyorum. süperim. (bırakın bilimi, popüler bilim geçmişi iki carl sagan kitabını geçmeyen biri bunları görünce apışıp kalıyo.) her bölümde de şeker şeker çocuklar anlatıyodu konuları. genel görecelilik'teki çocuk çok tatlıydı hele.. onu pek dinleyemedim. 4.boyut olan zaman boyutundan filan bahsediyodu.. bi de yerçekimi yok mu diyodu ne.. hakkaten genel göreceliliği mi dinliyodum??? hepsi meçhul.. bi de bi kadınla tanıştım giderken. emekli öğretmen olduğunu söyledi. "nasssı yaniii?!" dedim, 40'tan fazla göstermiyodu çünkü. sonra da başladı gençliğinin sırlarını anlatmaya: robin sharma, meditasyon, tanrı, inanç, pozitif enerji.... ayyyy! gerildim! hiç gelemem öyle şeylere! hele robinşarmalara! ne o öyle abi! kendimi bildim bileli aynı şeyi yazıyolar anlatıyolar bu adamlar, hayvan gibi de para kaldırıyolar af buyrun. "ferrarisini satan bilge"ymiş. hadi diyelim, hakkaten çok manyak bi Bilgi'ye eriştin, bu öyle uluorta anlatılır mı? hadi anlattın, isteyen öğrensin dedin, kitap diye basılıp satılır mı bu kardeşim? ayıp değil mi? uzakdoğu olayını da kapitalizmin oyuncağı yaptınız ya, pes! bre allahın gavuru, sen kiiiiiim bilgelik kim?! neyse.. susuyorum.. ha bi de, sergi sonunda gösterilen belgeselleri bile izlemedim, koşup eve geldim çalışayım diye.. ve çalışamdım tabii ki.. sanırım man from earth'ü o zaman izledim kardeşimle.
bi deeee.... 22 şubat'ta cevahir sahnesi'nde "bir anarşistin kaza sonucu ölümü"ne gittim. hayatımda izlediğim en iyi oyunlardan biriydi. her şeyiyle harikaydı. iyi ki "ben ruhi bey nasılım"a bilet bulamadım da buna aldım. (ruhi bey de tam efsane oldu. hiç mi bilet bulunmaz bu oyuna kardeşim! bi ben seyredemedim uğur polat'ı..) atilla şendil aşmış. oyun hakkında çok şey yazmak istiyodum aslında.. ama aradan bu kadar zaman geçince hem unuttum hem de boşverdim. kendim bile sıkılıyorum düşünmekten aynı konu üzerinde.
onun dışındaaaa... bütün vaktimi "nolucak bu memleketin hali" diye hayıflanmakla geçiriyorum. hayıflanmıyorum da aslında, direkman küfrediyorum. gizlimiz saklımız yok. elitistin allahı oldum, türkiye'yi 60 milyonuyla yakma hayalleri kurmaktan bile vazgeçtim. bir ada devleti kurmaya karar verdim. anarşist düzen. ağaçlardan muz filan toplayıp yicez işte. bol sanat, kitap, felsefe, müzik, film... (dışardan tedarik etcez tabii biçok şeyi, kendimizi hapsetmicez adaya. sadece içerde gerektiği kadar çalışılcak.) bi de tabii ki "savaşma seviş" mantığı. ehe!
hayvanları insanlardan daha çok sevmek üzereyim. makyajdan gözenekleri tıkanmış karılar başlarını örtme özgürlükleri kısıtlanıyo diye akıllarında protesto ederken uzaktan akrabalarımızı seyretmeyi daha uygun buluyorum:

allahın ayeti humeyni'ye geeeeeeel:

sabah sabah saçımı başımı yolduran bu mektubu buraya da yapıştırayım dedim. buyrun size "allah" adına işgal, tecavüz, kölelik...
ört başını bacım sen daha ört. iğrenç bi varlıksın sen. sen günahın ta kendisisin. ört ki penisi kopasıcalar tahrik olmasın canım. günaha sokma onları.
neymiş? türbanlı kadınlar şeriat istemiyorlarmış da sadece başlarını örtme özgürlüklerini kullanıyorlarmış...
neyse susuyorum.. ülkemin içine ettiniz ya, ben daha ne diyim..?



Sevgili Türkiye'deki dostlarım ve kardeşlerim,

Devrim sırasında devrim muhafızları tarafından önce tecavüz edilip, daha sonrada ipe gönderilen çok sevgili kız kardeşim Mehtab'ın anısına...

Bu mektubu sizlere yazmamdaki neden bizim 30 sene kadar önce yaşadığımız o talihsiz ve karanlık günün Türkiye için de yaklaşıyor olduğunu görmem ve bundan daha derin olarak kalbimde hissetmem oldu. Türban yasasının mecliste onaylandığı tarihin İran İslam devriminin olduğu güne denk gelmesi kalbimde bunun ilahi bir güçten gelen uyarı fişeği olduğu hislerini uyandırdı ve bu mektubu kaleme almaya karar verdim. Biliyorum hepiniz kalbinizde karanlığın otoritesini hissettiniz. Karanlık otorite gelmeden hissettirdi yaklaştığını.

İran İslam devriminden 1 hafta kadar önce Türkiye'ye gecen, uzun bir sure burada yasayan ve daha sonra Kanada'ya iltica eden ve hâlihazırda bu ülkede felsefe öğretmenliği yapan bir İranlıyım. Atatürk'ün aydınlık Türkiye'sini çok seviyorum ve yüreğim kan ağlayarak İran'da "O gün" gelmeden önceki olayların sanki bir tekrarını sinemada izliyor gibi Türkiye'de görüyorum. Yobaz karanlığında hunharca katledilen kız kardeşim anısına sizlere yalvarıyorum ki, sakin olmaz demeyin! Sakin Türk Ordusu olduğu surece olamaz demeyin çünkü aşağıda anlatacağım gibi o gün geldiğinde tüm orduların eli kolu bağlanabilir. Bizim ailemiz İran'da laik, sol görüşlü ve aydın bir aile idi. Devrimden 1 ay önce bize bile söyleseler idi 1 ay sonra durum bu olacak diye biz bile güler geçerdik, "deli misin?" diye sorardık belki de. Belki de derdik ki "Şah'ın bu güçlü ordusunu nasıl yenecekler de Şeriat karanlığını getirecekler?".

Sizlere önce Iran İslam devriminin nasıl geliştiğini kısaca anlatmak istiyorum çünkü Türkiye'deki gelişmelerle çok büyük benzerlikler mevcut.

İRAN İSLAM DEVRİMİNİ BAŞARIYA GÖTÜREN AYAKLAR:

1-Büyük kesimi fakirleşen halk dincilerin pençesine düştü. Bu halk yiyecek, giyecek gibi ufak yardımlarla onların safına çekildi. Beyinleri yıkandı ve fakirliklerinin temelinde kirli ve dinsiz rejim olduğu benliklerine yazıldı. Açlıkla boğuşan halk bu cehaletin pençesine kolaylıkla düştü ve rejime düşmanlaştı. (COK FAKIRLESEN TURK HALKINA DA AYNI SEYLER YAPILIYOR)

2-Hep demokrasi ve özgürlük dendi. Humeyni devrimi yapana kadar hep demokrasi ve özgürlük vaat etti. Bu şekilde birçok sol görüşlü insanları da kendi saflarına çekti. Bu insanlar devrim akabinde ipe giden ilk insanlar oldu. (TURKIYE'DE DE HEP DEMOKRASI VE OZGURLUK DIYORLAR)

3-Emir komuta zincirinde yapılanmış olan din adamları halkı kontrol altına aldı. (BASI ABD'DE YASAYAN MALUM TARIKAT'IN YAPILANMA BICIMI OLAN "ABI" YAPILANMASI BU EMIR KOMUTA SEKLIDIR VE DEVRIMIN EN ONEMLI AYAKLARINDAN BIRISI BU EMIR KOMUTA YAPILANMASIDIR. BU EMIR KOMUTA YAPILANMASI DEVRIMIN HALK ORDUSUDUR VE DEVRIM SIRASINDA BU EMIR KOMUTA COK KISA ZAMANDA COK BUYUK KITLELERE EGEMEN OLUR.)

4-Kargaşa ve kaos ortamında askeri Kışlalar basildi. Ellerinde Kur'an ile kışlalar ele geçirildi. (BU AYAGA COK DIKKAT EDELIM CUNKU DEVRIM SIRASINDA TURK SILAHLI KUVVETLERINI ELE GECIRMENIN EN ANAHTAR AYAGI BUDUR.)

Türk silahlı kuvvetleri bildiğim kadarı ile 600-800,000 kişiden oluşan bir kuvvettir. Yalnız unutulmaması gereken gerçek bu ordunun ancak %0,1(Binde Bir) lik bir bolumu rejimin muhafızıdır. Yani Harp okullarında eğitim görmüş subaylar ancak bu kadardır. Geri kalan %99.99 er rejim muhafızı değildir. Onlar emirlere göre hareket eden vücut parçalarıdır. Beyin olan ise az sayıdaki subaylardır. Iran devriminde kargaşa ve kaos ortamında kışlaları basan yobazların ellerinde Kur'an ile erleri geçerek direnen subay ve komutanları katlettiler. Burada kilit nokta ellerinde Kur'an ile harekete gecen büyük halk kitlelerine karşı erlerin silah kullanmakta zorlanacağı gerçeğidir. Zaten kullansalar bile cahil ve beyni yıkanmış halk öyle bir kudretle kışlalara saldırmıştır ki sonunda kışlalar teslim alınmıştır. O askerin açtığı ateş sonucu halktan çok ölen olmuştur ama sonuçta bir noktada erler silah bırakmak durumunda kalmışlardır. Erin kendi başına alacağı savaş inisiyatifi düşmana karşıdır. Ama büyük kitleler halinde ve ellerinde kuranlarla üzerine gelen kendi halkına karşı bu kararlılığı göstermesi mümkün olamaz. Yani er buna bir noktadan sonra direnmez yâ da direnemez. Çünkü o er karşısındakinin karanlık bir devrim yapacak olan insanlar olduğunu bilecek bilinçte de değildir, kaybedeceği aydınlığın ne olduğunu da. Bunu bilecek olan sadece subaylardır. Ve kanlarının son damlasına kadar savaşacak olanlarda bu konuda aydınlanmış Türk subaylarıdır. Ama yukarıda bahsettiğim üzere onlar ordunun sadece ve sadece en fazla binde birini teşkil ederler. Yani devrimin asil savunucusu Türk ordusunun tümü değildir, sadece subay kademesidir ve erlerin durduğu ve etkisizleştirildiği noktada o subay kademesinin yok edilmesi kolay olacaktır. İran'da ordu bu şekilde etkisiz hale getirilmiştir. "Er düşman işgali durumunda durmaz ve etkisizleştirilemez, sonuna kadar da savaşır, ama büyük bir kudretle gelen kendi halkı karşısında durabilir."

Şu aşamada aldıkları bu büyük ivme ve arkalarındaki çok büyük güçler ile onları normal yollardan durdurmak çok zor olacaktır. Ve bunların durdurulmadan hareket edeceği her gün ivme ve güçlerini artıracak ve isi zorlaştıracaktır. Silahlı kuvvetler ne kadar erken hareket ederse o kadar iyi olur. Sonra geç olabilir. Silahlı kuvvetlerin su veya bu neden ile eli kolu bağlı ise ki öyle görünüyor bu durumda silahlı kuvvetler "O GUN" geldiğinde kışlarını nasıl muhafaza edeceğinin planını çok iyi yapmalıdır. Çünkü kilit bu noktadır. Silahlı kuvvetler etkisiz hale getirilemedigi müddetçe devrim başarıya ulaşamaz. Bu nedenle her askeri kışlaya normal erlerin haricinde kışlaları kanının son damlasına kadar savunacak "OZEL CUMHURIYET DEVRIM MUHAFIZLARI BIRLIKLERI" oluşturulmalı ve bunların böyle büyük bir halk hareketine karşı erlerden önce devreye girip, erler
şaşkınlıklarını üzerlerinden atana kadar çatışmaya girmeleri sağlanmalı ve burada kazanılacak vakit ile gerideki subaylar erlerin dağılmasının önüne geçmelidir. Yani ordunun esas gücü ve gövdesi olan erlerin kontrolü kesinlikle kaybedilmemelidir. Iran ordusunun böyle bir hazırlığı olmadığı için gafil avlandı.

Oluşturulacak olan "OZEL CUMHURIYET DEVRIM MUHAFIZLARI BIRLIKLERI" yobazlar ile çatışırken, erlerde üzerlerindeki şaşkınlığı atacaklar ve subayların organizasyonu ile çatışmalara destek vereceklerdir. Oluşturulacak "OZEL CUMHURIYET DEVRIM MUHAFIZLARI BIRLIKLERI" çok özel eğitilmeli ve de Atatürk'e ve devrimlerine cani pahasına savunacak şekilde inanmış olmalıdırlar. Aksi halde basarîsizlik kaçınılmazdır. Çünkü en son Lübnan'da gördüğümüz üzere davasına inanmış bir kaç yüz Hizbullah Militanı dünyanın en iyi ordularından birisi olan İsrail ordusunu ağır zayiatlarla yenilgiye uğrattı.

Sevgili dostlar ve kardeşler, elimden geldiğince sizleri bilgilendirmeye çalıştım çünkü aydınlığı savunmak durumunda olan sizler İran'ın geçtiği bu karanlık tüneli anlamak durumundasınız. İran'ın bu acı tecrübesi sizlerin uyanık olması için bir şans olur umarım.

Aşağıdaki birinci linkte İran'ın devrimin hemen öncesi görüntüleri ile hemen sonrası görüntülerini bulacaksınız. Orada göreceğiniz üzere Iran devrim öncesi belki su anki Türkiye'den bile daha modern. Yani olmaz, olmaz demeyin. İkinci linkte ise Devrim lideri Humeyni'ye kadınların şiir okuması. O linki vermemin nedeni ise o koltukta bir gün bugün ABD'de ikamet eden malum cemaatin başı olan şahsın oturabileceği ihtimalidir. Acı ama sanki tarih tekerrür ediyor.

http://www.youtube. com/watch? v=Gj1rSmQ5kvg
http://www.youtube. com/watch? v=rO2rf8KPacI

Benim çok sevgili kız kardeşim Mehtab anısına yapabileceğim bu kadar. Elimden geldiğince sizleri bilgilendirmeye çalıştım. Ama sizin geride kalan, aydınlık yarınlar bekleyen kızlarınız, kardeşleriniz, çocuklarınız ve Mehtab'lariniz için yapabileceğiniz çok şeyler var karanlık "O Gün" çökmeden önce Atatürk Turkiye'sine... Yapabileceğiniz ilk şey bu mektubu bildiğiniz, tanıdığınız insanlara ulaştırarak daha fazla insani uyandırmak olabilir. O acı çok büyük acı sevgili kardeşler, anlatmak istemiyorum içinizi karartmamak için ama sevgili kardeşim Mehtab keşke bu dünyaya gelmemiş olsa idi de "O gün" o acı sonu yaşamamış olsa idi o karanlık ve pis yobaz şehvetinin pençesinde. Allah sizleri ve Atatürk Türkiye'sini korusun o yobaz karanlığının sevgili kardeşim Mehtab'a gösterdiği acı sondan. Anlatamıyorum onu yobazların nasıl katlettiğini, elim varmıyor yazmaya, dilim gitmiyor anlatmaya... .

Mohsen Yazd

Saturday, March 1, 2008

bıdı bıdı bıdı bıdı çekkkirge ebesi

lollius beni ebeleyeli tam bir ay olmuş ve hala bişiycikler yazmamışım. inatla erteleyip duruyorum bu işi. mükemmel bi liste yapma amacı mı güdüyorum nedir? yoksa zaten her bi yazdığım bu listeye girebilecek şeyler diye mi yazmıyorum? her neyse; saçmasapan bir cumartesi sendromu yaşamaktayım, çalışamıyorum. (halbuki sırf çalışmak için einstein sergisine gitmedim ben yaaaa..)
önce müzik şeedelim:



olmasını istediğim mantıklı şeyler:

1- dünyamı gezmek. format muhtemelen şöyle olacak:

- irlanda'da iki yıl olabilir. köyleri, kasabaları görülecek. bol bol içilip dans edilecek. (içki tercihen bira dışında bi şeyler.. dokunuyo da bana.) kitap okunacak. okyanusa bakılıp hayaller kurulacak. ayriş aksanı kapılacak ama sonrasında da, şimdi olduğu gibi, ayriş konuşan herkese gülünecek. (komikler çünkü! ama salak komiklik değil, sadece neşeli/ilginç/şirin/komik bi aksan.) ayrıca bir süreliğine bi yerlere yerleşilebilir.
- hindistan'da bir yıl.. irlanda'da olduğu gibi hiçbir yerde durulmayacak. mütemadiyen gezilecek, karış karış. güneyinin yemekleri, kuzeyinin kışı tecrübe edilecek. keşmir'e gidilecek. mumbai'da takılınacak. hatta en az beş filmde figüran olunacak. özellikle orda burda hakkaten dans eden insanlar var mı, araştırılacak. hintçe pratik yapılacak. fare dolu tapınaklara gizli gizli kedi salınacak.
- avrupa'da üç aylık bir gezi yapılacak. başkentler ve önemli bilmemneler görülecek. daha sonra yazın bir ay kışın bir ay kuzey kutup dairesine girilip ormanda mormanda bi yerde bi kulübede yaşanılacak. (allah beeeee! nassı kopya çektiiiiiiimmm: los amantes del circulo polar) en sonunda paris'e dönülecek ve orda kalınacak artık. o kadar.
- amerika'daysa easy rider, my blueberry nights, motosiklet bakım sanatı, into the wild karışımı bi gezi yapılcak. kuzey amerika kıtası karış karış olmasa da büyük ölçüde gezilecek. özellikle abd ve kanada sınırındaki milli park olayına girilecek. mümkünse birer hafta kalınacak oralarda. kebek iyice bir kolaçan edilecek, hakkaten beni isterlerse vatandaşı felan olunacak. muhteşem kebek filmlerinin çekim ekibinde çalışılacak, hollywood'un götü yere indirilecek. uçuyorum.. kondum. neyse işte, amerikan rüyasının hali nicedir, görülecek. new york'ta kokoşzenginkarısı, los angeles'ta lezbiyen olunacak. şöyle bi bakılacak yani daha ne olsun. akabinde bi araca atlanıp bi sonraki durağa gidilecek.
- güney amerika'da da sadece merak edilen yerler iyice bi görülecek. ne bileyim, maçu piçu'da çadır kurulacak, iki gün takılınacak. inka olayına girilecek. sonra meksika'ya çıkılıp maya olayına girilecek. kişisel apocalypto yaşanacak. büyü müyü yapılacak/yaptırılacak. amazonlara dalınacak, bilmemnelere yem olunacak. por çiiile çiiiile çiiiiiiiiiileee! şili'ye, peru'ya, brezilya'ya, meksika'ya gidilecek. dağıldım. küba'ya da gidilecek tabii ki. bi de bolivya'ya gidilecek. ordaki evlere bakılacak. arjantin'e de gidilebilir.. hmm.. öyle işte..
- ve tabii ki avustralya'ya gidilecek. altı ay filan kalınacak. büyük şehirlerinde takılınacak ama daha da önemlisi iç bölgelere gidilecek. o kırmızı kayanın dibinde takılınacak, pagancı olunacak. aborijin filan olmaya çalışılacak. bir çift yürek olayına girilecek. bol bol da paraları incelenecek bu adamların.
- bi de iran'da karşı devrim olduktan sonra (olacakmış gibi), oraları şöyle karış karış gezeyim. arap ülkeleri akıllandıktan sonra (akıllanacaklarmış gibi), oraları da karış karış gezeyim. çılgın bi orta doğu turu yapayım yani.
bikaç yer daha var da onları yazmıyım artık. bi ara da türkiye'ye gelip bi türkiye turu daha çekeyim istiyorum. ömür yetmez zaten.. ben bunu mantıksız kısmına mı alsam ne yapsam?


(o çellocu hatun bir nedir?!!!)

2- ud, kanun, piyanı, arp, ve çello çalmak.

3- klasik türk müziği icra edebilmek. :p her türlü.

4- anarşist devrim olsun. bütün salaklar da bi şekilde ortadan kalksın. ya da ay'da koloni kuralım. nasa çalışıyo nasıl olsa orda oksijen moksijen yapmaya. oraya gidelim takılalım. (bu da fantastik oldu. mülksüzler özentisiyim, salağım.) bi de para mefhumu kalksın ortalıktan, beyinlerden silinsin.


olmasını istediğim mantıksız şeyler:

1- dexter'ı dünya'daki tüm yöneticilerin üstüne salmak.

2- ermek. sonra da ermiş olmaktan sıkılıp geri dönmek. (dalai lama gibin..)

3- fantastik bi dünyada şirin/hoplayıp zıplayan/pek sevilen bi yaratık olmak. çok çirkin olmamak ve ölümsüz olmak tek şartlarım. bunlar olduktan sonra alelade biri de olabilirim. nasılsa ölümsüz olunca bi noktada sıkılıp sıradışı birine dönüşebilirim.

4- dünya'daki bütün filmleri izlemek / bütün kitapları okumak. (bunu ölümsüz olsam da yapamam o yüzden ölümsüzlüğün bi adım ötesi oluyor herhal)

5- ilyada'daki entrikalı tanrı-tnarıça dünyasının bi üyesi olmak. çılgın çılgın şeyler yapmak. ama hiç ölmemek. zeus'u bile sollamak.

6- varoluşumun nedenini bulmak.

7- dünyadaki bütün saçmalığı "deliğe süpürmek". dinleri ortadan kaldırmak. siyaset fikrini silmek.

8- efsanelerin gerçek olduğu bi dünyada yaşamak. artık tepegöz'den tutun da kral arthur'a kadar her biri. (aynı şeyi yazıp duruyorum sanki.)

9- zaman makinası icat edip zamanlar arasında gezinmek. ama sadece beeeeeeeeennnn! bi de sevdiklerim. ahı ahı ahı. (güzel olduğum kadar küstahım da.)


daha sonra tamamlicam...

dünyadan haberler:

efenim bi hastalık varmıştı, suya alerji hastalığısı. kabus gibin bişey. buyrunuz. (her zamanki gibi yorumlara dikkat lütfen, "xxx" öküzüne söyleyecek bişicikler bulamıyorum.)

ikinci haberimiz, benim gibileri çileden çıkartan hobbes amcanın kitabısı leviathan şeysi hakkat bulunmuş. deviz canavarıymıştı ya bu. tevrat ve incil'de de geçermiş tabii bu ikincil önemde bneim için. şu anda tek isteğim hobbes amcaya gidip "naaaaaabeeer? gebermiş senin leviathan, bi tek fosili kalmış" diyip nanik yapmak.

son haberimiz en bombası efendim.. "kuş çocuk" bulunmuş rusya'da!!! =)) yok, insan ve muhabbet kuşu kırması değil. ama sadece kuş dili konuşuyomuş. anası tam psikopat ama, kuş çocuktan ziyade onunla ilgilenilmeli. yine de önemli olduğunu düşünüyorum. birbirimizin dilini öğreneceğimize hayvanların dilini öğrensek pek çılgın şeyler yapabilirdik. en azından evi daha rahat derleyip toplardık ve yalnız kalmazdık.. neyse.. o haber de burda.

iyi haftasonları dilerim efenim.

halit başbakan olsun



şu üçlüden de en çok khaled'i seviyorum. (ayrıca abdülkadir'i tanımıyorum ama hastasıyım.) kendisi dünyanın en neşeli insanı galiba. hepimiz şirin olsak khaled "neşeli şirin" olurdu.. laa laa la lal la laaa.. her şarkı söyleyişinde neşeli olabilir mi bi insan yaa? ve şarkılar neşe saçmazken özellikle. o kaşları da hep kalkık. halit hepimizin arkadaşı ol!!!
halit'i cezayir'in başbakanı yapmak herhalde anarşizmin bi adım ötesi olurdu. diğer devletlerde de şarkıcılar olsun böyle.. kültürler farklı olsun, diller farklı olsun, şarkılar farklı olsun, ama her yerde millet gülsün oynasın böyle. mükemmel olurdu..! hüzünlü tipler gitsin kuzeyde takılsın mesela; çok istiyolarsa. oralarda "beybi coyn mii in deeet" felan söylesinler, o da güzel. ben buralarda kalıp göbek atarım :)
bu arada, göbek atcaz, tamam da, bizim başbakanımız kim olsun? (anket açıyım böyle)

bir diğer şarkısı, en sevdiğim sanırım :) (lise diyor da.. gerisini çözemedim)


aslında bütün şarkılarını koymak isterdim de.. neyse..

beyrut'tayken "biraz arapça müzik dinleyelim" diye tesadüfen almıştık "sahra" kasetini.. allahallaaaahhhh!!!!! aylarca susmadı evde. kardeşimle beraber salonda bunu kasetçalara takıp saatlerce sehpanın etrafında döndüğümüzü hatırlıyorum. sanırım iki hafta kadar sonra annem "yeter artık kusucam bu adam yüzünden! bi daha sesini duymak istemiyorum! parçalarım kasetinizi!" diye çığırarak mutfaktan koşup gelmişti. kendisini sakinleştirip kasedimizi çıkarmıştık. bir iki gün içinde de babam bana walkmenini verdi.. müziğim bağımsızlaştı. ne mesudum. ne anlatıyorum ki ben?
o zaman o albümü içmiştim zaten. sonra yıllarca dinleyemedim mide bulantısından. ama bir iki senedir kaldığım yerden devam ediyorum. ne mesudum. bu yazının anlam ve önemini biri bana açıklasın piliiiiz.


"Hayatımızdaki en önemli olaylar biz orada yokken olur."
- Salman Rushdie