bilindiği gibi ülkemizde ve dünyada kazma sayısı ve oranı hızla artıyor. gidişatı görmek için televizyona bakmak yeterli sanırım. kabus gibi bir kısır döngüde, halkımız izledikçe kazmalaşıyor ve kazmalaştıkça izliyor. en çok izlenenler de herhalde diziler, diziler, diziler, ve diziler...
elitist görünmek istemem, ben de dizi izliyorum. ancak yaptığım pekçok şeyde en önemli kriterim "zevk almak" olduğundan ve şu kazmalıklar diyarındaki kazma diziler insana zevk vermek yerine cinlerini tepesine çıkardığı için yenilere bakmıyorum bile. "hatırla sevgili" de her hafta bir şekilde takip ettiğim tek dizi. iki sene önce kronik cansıkıntısından muzdarip olduğum dönemlere rastlamıştı başlangıcı, takıldım kaldım.
başlarda -resmen izlerken büyüdüğüm- thalia dizilerindeki hikayeler gibi bir kavuşamama hikayesiyle başlayan ama ana konusu kabak tadı verdikçe bu saçmalığın paralel gittiği hicap memleketinin yakın tarihindeki siyasi bunalımlar ve askeri müdahaleler konusu tam tersinde gittikçe daha iyi işlenen bir dizi bu. (cümle kesin düşük müşük olmuştur ama anladınız siz onu.) ve izlemeye devam etmemin tek sebebi, bu ibret alınacak olaylara yer vermesi. belirtmeden geçmiyim, senaristleri de şu bitmez tükenmez ahmet-yasemin kavuşamama saçmalığına bir son verdikleri için tebrik ediyorum. devrimci üniversite gençliğine odaklanmak doğru seçim.
farkındayım, burası türkiye. dizilerin en az 80 yada 90 dakika "bir şey" gösterme zorunluluğu bulunan bir ülkenin bir televizyon kanalında yayınlanan bir dizi, nitelik olarak lost'la, nip/tuck'la, six feet under'la, dexter'la, house'la, rome'la, carnivale'la filan karşılaştırılamaz bile. televizyondan bile para kazanamayanların ülkesindeyiz ne de olsa. ama buna rağmen, ittire kaktıra, o dönemin arşiv görüntülerinin ve gazete manşetlerinin araya sıkıştırıldığı, bir avuç oyuncusuyla o dönemde "sokaktaki adam" imajını gözümüzde canlandırmamıza yardımcı olan bu yapımı türkiye'deki benzerlerinde ayırmak ve takdir etmek lazım. (ya bi de, yazmazsam çatlarım, olabildiğince tarafsız ama biraz da sola çeken bir dizi bu.)
dedim ya, lost çekmiyoruz burda, tabii ki klasik türk dizisi klişelerinden geçilmiyor. ama işte, her hafta koştura koştura çekildiği belli olsa da, iç bayacak kadar uzun süre aynı şeyler gösterilse de izletiyor kendini. oyuncular için ayrı bir yazı yazılabilir tabii, bilindik talihsizlikler işte: sen kalk, ayda aksel, avni yalçın, engin şenkan, laçin ceylan gibi tiyatro efsanelerinin yanına getir o beren saat denen kadını koy başrol oyuncusu diye; o da her allahın bölümünde aynı kurbağamsı surat ifadesiyle yürümeyi bile beceremeden, elini kolunu nereye koyacağını bilememesinden sallayıp duran, ne üzülebilen ne de sevinebilen kazık gibi haliyle orda dursun. ama olsun, biz alışığız böyle şeylere. genç kadrodan en beğendiğim, ne yalan söyliyim, berk hakman. umarım harika bir karakter oyuncusu olur ilerde.
keşke sevgili halkım -illa izleyecekse- bunları izlese. nereden geldiğini -ve muhtemelen nereye gittiğini- görebilse. (yok yani, tabii o dizi izlemekle olacak şey değil de, hani ben şey olsun diye şeettim.. neyse bitti.)
Saturday, February 9, 2008
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
"Hayatımızdaki en önemli olaylar biz orada yokken olur." - Salman Rushdie
No comments:
Post a Comment