Thursday, February 14, 2008

sevcan ne güzel ne güzel

sevcan benim annem. gerçek ismi değil de takma isimlerden biri oluyor bu. kendisine çoğunlukla babam tarafından takılmış isimlerin hepsini hatırlamak mümkün olmasa da sonlardan birkaç tanesini yazayım yeri gelmişken: sevcan, sevgi, sevtap, çiçek, şadıman, safinaz, boncuk, böcek, ruhi, ponpin, sevgi çiçeği vs. tabii bir de kendisinden bahsederken aile içinde söylediğimiz diğer şeyler: "boyu bi karııış", "canıııım", "çok şeker", "sarı şekerim" vs. o bizim her şeyimiz, evimizin direği, gözümüzün bebeği. hepimiz hastasıyız! (ana gibi yar bağdat gibi diyar olmaz ya hani, geçiyorum buraları)

bazen derim, "ev değil tımarhane burası" :) ama hemen akla gelen tımarhanelerden değil, burası süper bi tımarhane. herkesin ayrı telden çaldığı, dört kişi yerine en az yedi kişi ihtiva ediyormuş hissi veren, devamlı bir gırgır-şamata, hır-gür, kavga-dövüş, kaçma-kovalama, vb hedelerine sahne olan bir yer. sanırım işte bu yüzden, yaşadığımız tüm sorunlara rağmen, evime, benzer şeyler yaşayan diğer arkadaşlarımdan daha bağlıyım. birkça örnek verelim:

mütamadiyen ortalarda dolaşan, küs olmadığımız dönemlerde tıkırdattığı kapı aralığından kafasını uzatıp şirin şirin "napıyosun" diyen, küçüklüğümüzden beri bana ve kardeşime temel osmanlıca bilgisi saylayan bir baba,
apartman ziline basışından eve geldiği belli olan ve hepimizi o anda alarma geçiren, geldiğinde en az yarım saat esip kükreyen, "yemeeeeek! yemek verin banaaaa!" haykırışlarıyla hem yürek burkan hem de sinir bozan, dengesizlikleriyle sürekli taciz eden ama mırıldadığında sevilen bir kızkardeş -ki kendisi öss yaklaştıkça kafayı daha çok yemektedir,
inatla evden çıkmayıp bütün gün kendine iş icat eden, bir zamanlar işle evi aynı anda nasıl çekip çevirdiğine şaştığım, bi buçuk metrelik boyuyla ordan oraya koşuşturup evin tertip-düzen ve asayişini devamlı kontrol eden, pek bi yorulan, ve hayatını resmen ailesine adamış bir anne...

annem soru sorar. sorar da sorar. hasta eder insanı, saç-baş yoldurur, ama sormaya devam eder. soruların muhattabı tarafından terslenince küsüp giden -ve hatta bi keresinde kendisine getirdiğim, yan yana duran anne-çocuk baykuşları, bana olan kızgınlığının ve küskünlüğünün simgesi olarak ayırmıştı- minik bi şey. kısmi cadı. evin neşesi sarılma makinası koalamız. dünyanın en matrak annesi bi de. geçen gün şu sözleri sarf etmiş/ettirmiş kişilik:
(a = anne; y = yavru, yani ben)

y bi kanepede uzanmaktadır, kitap okumaktadır.

a- yavrum üşüyo musun?
y- yok anne, üşümüyorum.
a- yavrum hastasın sen, üşüyorsundur.
y- yok annecim, valla üşümüyorum, saol.

a "peki" dercesine tıkıt tıkır uzaklaşır. yarım dakika sonra elinde bir battaniyeyle y'ye yaklaşmaktadır.

y- napıyosun anne? üşümüyorum dedim ya.
a- olsun, üşüyosundur sen. (bir yandan battaniyeyi y'nin üstüne örter.)
y- anne napıyosun?
a- üşüdüğünü biliyorum.

y'ye "kal" gelir.


böyle matrak bi kadın daha tanımıyorum kardeşim! :)

3 comments:

Jr. Baudelaire said...

hahahahha :D sen yazınca fark ettim bizim ev gerçekten anormal :) gidip bizimkini yumuşturasım geldi ama ders çalışmam gerek...

Jr. Baudelaire said...

hee bu arada söylemeden edemeyeceğim evdeki asıl dehşet unsuru sensin bi ara buna a deyin de öle sütten çıkmış ak kaşık imajından sıyrıl yavru

özgün said...

sensin dehşet! ben mükemmelim, allahın bir lütfuyum. itirazın varsa sen yaz biz okuyalım.



"Hayatımızdaki en önemli olaylar biz orada yokken olur."
- Salman Rushdie