yıllarca bir o yana bir bu yana devrilip yatmanın sonuçlarını görüyorum, şükürler olsun. kurslara git, yetmedi ülkesine git, heriflerin dilini öğreneme bi türlü. sanırım bunu başarabilmiş ender insanlardan biriyim. aklım başıma üç gün önce geldi. "aaaa! 15-16 haziran'da DELF varmış, giriyim bari bi notum olsun." oldu canım.. olsun. b2 al. o da yetmedi c1 filan al. süpersin sen, yaparsın.
gavurun ülkesinde master sevdasına dört ayımı fransızca'ya ayırmaya karar verdim. (blogum da ufaktan "şuna başladım, buna karar verdim" yerine dönüşüyo ya, hadi hayırlısı.) tırsım tırsım tırsmaktayım. kendimi aşmam lazım bu dönem.
asıl sorunumuza gelelim. fransızca öğrenmek isteyen biri bana geldi, "napıyım da öğreneyim" diye sordu, ne derim? klasik cevap: "paso fransızca şarkı dinle, orda burda. mümkünse fransızca altyazılı fransızca filmler izle. olmazsa başka altyazı koy, tercihen ingilizce. al şu tell me more'ları da, kopyala, takıl bunlarla, oyun gibi zaten. bi de ufaktan kitap mitap okumaya çalış. şarkıların sözlerine de internetten bakmayı unutma. arada sırada sözlük de karıştırırsan aşar gidersin."
bunları böyle sıralayınca, bi de müstakbel kursumuzu eklersek, hakikaten aşıp gitmek icap eder, değil mi? ama olmicak öyle, o da belli. 11 yıldır ingilizce öğrenme sürecinde olmak toefl'dan çıkınca "hasss... nassı yaa! o spiiking neydi öylee?!" dememe engel olamamışken -ki sınav beni en son korkutan şeydir, bu kadar da kendime güvenirim- fransızca'da durum nasıl olacak bilinmez. bu hissiyatlar içinde açtım tv5 izliyorum yine üç gündür. tanrılarım! o ne sıkıcılıktır! yani bildiğiniz fransız sıkıcılığı + trt2 diye düşünün. ama trt2 tv5'i hakikaten döver. sanırım elli yılda bir iyi bir gösteriyorlar. vasat fransız filmlerinin hali ortada. hepsinde gerard depardieu, daniel auteuil, juliette binoche vb oynamıyor. hele bi de dizileri var ki, ne siz sorun ne ben söyliyim. burun kıvırdığımız binikiyüz gece, kopuk kanatlar, yaralı parmaklıklar filan yanında lost kalır. işte ancak blog yazarken arkada fon yapsın diye açılacak bir kanal. neyse ki teletext'ten fr altyazısını buldum kanalın da okumaya çalışırken saçmalıklar arada kaynıyo azcık.
fransız sıkıcılığı demişken şimdi, adamların hakkını da yemeyelim, pek çılgın kimseler çıkıyo bu fransızlardan. bi de böyle, ülkeleri güzel ya hani (yavşaklık modu).. facebook'taki quizde de "ilerde paris'te yaşican" dediler ya bana... ondan yani.. hani kaderim benim oralar. soğuk ama.. olsun artık o kadar da. (işte şu anda kendimden tisssskiniyorum!)
özüme dönmek gerekirse, fransızlar kötüdür. cennet vatanımızı bölmek istemişlerdir. hala da istemektedirler. bu yüzden ben gidip onlara hadlerini bildircem. türk'ün gücünü dünyaya göstercem! (bu nası?) şu iğrenç üsluba da bi çözüm bulmalıyım...
bitirirken de sizi bi başka şarkıyla baş başa bırakıyorum. zazie'den "je suis un homme" (ben bir insanım). asıl adı "Isabelle Marie Anne de Truchis de Varennes" imiş. soylu x 2 yani. (benim öyle adım olsa kalemden çıkmazdım.) "totem" albümü de korkunç olmuş, böyle güzel bi şarkı araya nasıl sıkışmış anlamadım. son olarak şarkıdaki küresel ısınma'ya dokundurma olayını pek sevdik, hastasıyız. gidip cnbc-e'de 50. defa "as good as it gets"i izliyim.
Tuesday, February 19, 2008
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
"Hayatımızdaki en önemli olaylar biz orada yokken olur." - Salman Rushdie
No comments:
Post a Comment