bi yaşıma daha girdim: salsa öğrenmeye başladım bordum'un sıcak akşamlarında. çok çılgın bi dansmış, pek süpermiş. ancak içinde bulunduğum ortamda bu işe girişmek ve bunda tek olmak kolay değil, aleme rezil olmuşum haberim yokmuş. muhtelif olayları sıralayayım:
geçen gün ali hocayı bekliyodum sinema salonunun önünde (evet, açıkhava sinemasının sahnesinde kıvırtmaya çalışıyorum) bi kadın gelip "salsa kursu yok mu burda" diye sorunca "evet var, hatta ben de hocayı bekliyorum" dedim; ama demez olaydım. kadın beni şööööyle bi süzdü baştan aşağı ve sanırım içinden "hadi canım sen de" dedi. burdan o kadını pisliyorum. yazık günah kardeşim! tombalak insanlar salsa yapamaz mı üleyn!
salsa dersinden hemen sonra çocukların suratlarına kelebek çizip salak müziklerde dans ettiği bir etkinlik daha olduğu için kampın bütün çocukları da beni tanıdı hayırlısıyla. evvelsi gün minik kızın teki diskoda yanıma gelip "sen salsadaki ablasıııııın!" demez mi.. tombalak dansçı olarak çocukların sevgülüsü oldum sanırsam.
eh malum, ayaklarım beni anca taşıyor. bi de "dans edin" komutu verdiğimde "hadi len" diyip takmıyorlar. zorladım azcık kendilerini ve cevabımı aldım. bileğimi burktum hafiften. o geceyi ayağımın üzerine basmayarak atlattım ve sabah doktora gittim. salsadan burkulduğunu söylemeye utandım haliyle, adam bana demez mi "e kızım psikopat mısın!" neyse... doktor muayene etti, oraya buraya bastırdı. sonra da merhem verdi ve sarmamı önerdi. teşekkür edip kapıdan çıkıyodum kiiiiii "salsadan olmuş olmasın" demez mi?! "aman tanrım! aleme rezil oldum!" depküsünü veriveedim.
e tabii bir de ali hocanın üzerimdeki baskısını söylemem lazım. adam mütemadiyen benimle gırgır geçmekte. "bir öğrencim var, on öğrenciye bedel" demekte mesela. çok yakında ayağına bi temiz basmayı düşünüyorum, görsün gününü. ama ona da yazık tabii.. zavallı adam, ilk gün hayatının gafını yaparak "kollarını sağlam tut, çektiğimde sallanmasın" diyiverdi ve sonradan gördü ki bu sefer döndürmek için kolumu kaldırmaya çalıştığında kol kalkmıyor! artık ne kadar içselleştirdiysem öğüdünü, milim kıpırdatmıyorum. tabii o yukarı kaldırmaya çalıştıkça ben aşağı çekiyorum gayriihtiyarı ve her dans "şu kolunu serbest bıraksana" isyanlarıyla bölünüyor. yakında vinç getirecekmiş kolumu kaldırmaya. elli kere özür diliyorum ama yine de olmuyor olmuyor olmuyor! tabii bi de "ne biçim kadınsın sen, kırıtsana biraz" demesi dokunuyor. naaapıyım karrrdeşim! senin de kıçın bu kadar büyük olsa biraz düşünürsün yani sallamadan önce. neyse.. ufaktan ona da dikkat etmeye başladım. sonuç olarak, dört günde epey ilerleme kaydettim. umarım bugün temel adımlarım (hocanın tabiriyle) oturmuş olur da kombinasyon çalışırız. (ay bi de bi nike reklamından bahsedip duruyo çok süper dans eden tombik bi hatun varmış.. onu arıyorum fellik fellik)
her ne kadar olaylı devam etse de salsa süper bi şeymiş. (en başta da yazdım di mi bunu?) rosalinda eşliğinde 1, 2, 3; 5, 6, 7 diyerekten kıvırınca çocukluğuma da döndüm netekim.
Sunday, June 29, 2008
Tuesday, June 24, 2008
cien tatilde
birkaç saat önce bodrum'a ulaştık.. özel eğitim merkezi'ndeki motelimize de yerleştik. ve hiper-sıcak olduğu için klimasız bir internet kafeden bildiriyorum.
cuma sabahı istanbul'dan (tabii ki olaylı) bir çıkışın ardından öğleden sonra urla'ya vardık.. bildiğiniz köy. bülent bey'in pansiyonunda kaldık üç gece, cehennem gibiydi. hayatımda bu kadar pis bir odada uyumak zorunda kalmamıştım. ama urlayakınlarındaki çeşmealtı'ndaki ucuz pazardan altığımız (entel dantel) şile bezi pantolon ve gömlekler, yolluca kampında takılmalar, denize girmeler ve kavrulmalar, ve güzelçamlı - dilek yarımadası milli parkı - efes gezimiz pek hoştu. cuma günkü maçı da yolluca'da izledik. ilk 90 dakikayı saymazsak hayatımd aizlediğim en iyi maçlardandı :) çığlık atmaktan boğazımız şişti (destekliyorum milli takımı, suç mu leyn!)
dün de bülent'ten kaçıp yol üstünde priene'ye de uğrayıp didim'e gittik. içimiz dışımız antik uygarlık oldu, destekliyorum hepsini. didim ayrı bi güzellikti tabii. nemsiz ve sıcak, tam yaz mekanı. hiç terlemeden bunalmadan takıldık. (urla'ya soğuk bile denebilir hatta :)) pek şeker bi otele girdik burda da, uyuduk uyandık yedik içtik sıçtık af buyrun. şazime hanım ve serkan-sercan kardeşler sayesinde pek güzel geçti. sabah da denize girdik. aman tanrılarım! o ne güzle deniz öyle! sanırım hayatımda gördüğüm en güzel sahil ve denizdi. (tamam ege de işte anlayın siz) gelecek seneki tatil programıma dilek yarımadası'nı ve didim'i aldım vallahi. bakalım artık..
şimdi de gidip denize nazır bir kafede soğuk kolamı felan yudumliciim.
cuma sabahı istanbul'dan (tabii ki olaylı) bir çıkışın ardından öğleden sonra urla'ya vardık.. bildiğiniz köy. bülent bey'in pansiyonunda kaldık üç gece, cehennem gibiydi. hayatımda bu kadar pis bir odada uyumak zorunda kalmamıştım. ama urlayakınlarındaki çeşmealtı'ndaki ucuz pazardan altığımız (entel dantel) şile bezi pantolon ve gömlekler, yolluca kampında takılmalar, denize girmeler ve kavrulmalar, ve güzelçamlı - dilek yarımadası milli parkı - efes gezimiz pek hoştu. cuma günkü maçı da yolluca'da izledik. ilk 90 dakikayı saymazsak hayatımd aizlediğim en iyi maçlardandı :) çığlık atmaktan boğazımız şişti (destekliyorum milli takımı, suç mu leyn!)
dün de bülent'ten kaçıp yol üstünde priene'ye de uğrayıp didim'e gittik. içimiz dışımız antik uygarlık oldu, destekliyorum hepsini. didim ayrı bi güzellikti tabii. nemsiz ve sıcak, tam yaz mekanı. hiç terlemeden bunalmadan takıldık. (urla'ya soğuk bile denebilir hatta :)) pek şeker bi otele girdik burda da, uyuduk uyandık yedik içtik sıçtık af buyrun. şazime hanım ve serkan-sercan kardeşler sayesinde pek güzel geçti. sabah da denize girdik. aman tanrılarım! o ne güzle deniz öyle! sanırım hayatımda gördüğüm en güzel sahil ve denizdi. (tamam ege de işte anlayın siz) gelecek seneki tatil programıma dilek yarımadası'nı ve didim'i aldım vallahi. bakalım artık..
şimdi de gidip denize nazır bir kafede soğuk kolamı felan yudumliciim.
Thursday, June 19, 2008
Sunday, June 15, 2008
ÖSSzede
iki adım ötedeki okulda dönüşümlü olarak kenan doğulu'nun 10. yıl marşı versiyonu ve "allah yoluna cengedelim şan alalım şan" diye giden mehter marşı çalınırkene (ve arada nedense atatürk'ün "ne mutlu türk'üm diyene" haykırışları dinletilirkene) ve tam da şu anda ezan okunmaya başlanmışken ben de çılgınlar gibi terleyerek(ten) adını yazamadığım kardeşimin bir yaşında çekilmiş fotoğrafına bakarak(tan) "ay naaaptı acep" diye kendimi paralıyorum. gelse de kurtulsak, hayat bayram olsa! (ezan bitti ve marşlara devam, aman yarabbi!)
allah bu öss belasını başımıza getirenin belasını versin. amin!
allah bu öss belasını başımıza getirenin belasını versin. amin!
Monday, June 9, 2008
yiğit hacım
2008 Hormonlu Domates Ödülü adayları
homoloji'den dürttüler adaylarımızı belirlememiz için (ki ben daha homolog olamadım), ben de oturdum teeeek tek inceledim hormonlu domates adaylarını. çok zor da olsa seçimimi yaptım sonunda. şimdiye kadar 163 kişi oy vermiş, sonuçlar bu ayın sonuna doğru açıklanacakmış. seçtiğim adayları lambdaistanbul'daki açıklamalarıyla şuraya yazayım/yapıştırayım dedim. adaylarıma başarılar diliyorum, gözlerinden öpüyorum:
* basından; Engin Ardıç:
yazdıklarını okuyunca içimden kendisine "hoşt" demek geldi.. aha buraya da yazıyorum işte, ben kızışma dönemimde çiftleştiğim kişiye "eş" diyorsam o kendini bilmez de..... neyse... cahil diyor ve geçiyoruz.
08 Ağustos 2007 tarihinde Akşam gazetesinde "Karının Dönüşü" başlıklı yazısında dile getirmiş olduğu "Elli beş yıldır Türkçe konuşuyorum, ana dilimde "eş" diye hayvanlara denir. Kuşun, aslanın, kaplanın eşi olur, insanın değil." ifadesi ile sevgili Engin Ardıç domates bahçemizin kapılarını aralamıştır. Kalemin ve düşüncenin birleştiği anda akla gelenlerin irdelenmeden kaleme alındığını düşündüğümüz yazısında feministlik, lezbiyenlik, seks işçiliği ve entelektüellik gibi kavramlar arasında kendince bağlantılar kurup çirkin ithamlarda bulunan sayın (evet bu yazı Ankara dışında yazıldı) Ardıç yazısını "Ben şimdi yazımı yazdım gidiyorum, evde karım bekliyor. Kedim de bugünlerde kızıştı, ona da bir eş bulmam gerekiyor. Aha cümle içinde de kullandım, tamam mı entelcikler?" şeklinde noktalamıştır. 55 Yıllık Türkçe konuşma sürecinde kelime ve anlamlarını tekilleştirmeyip, kulaktan dolma bir şekilde değil de Türk Dil Kurumunun Türkçenin daha iyileştirilmesi adına yayınladığı Türkçe sözlükten öğrense idi "eş" kelimesinin "Karı kocadan her biri, hayat arkadaşı, refik, refika" şeklinde anlamının da olduğunu görebileceği gibi anlamsal olarak daha pekişmesi için "Kadın diye eşini bellemiş, dürüst, aile babası bir adamdır." şeklinde cümle içerisinde kullanılmış halini TDK'dan alıntı yapar kendisine kedisi, karısı ve kırmızı kırmızı domatesleri ile mutlu mesut bir hayat temenni ederiz.
* kurumlardan; RTÜK:
huysuz'a kalkan eller kırılsın ulaaaaaaaaaaaaaaaaaannnnn!!! başlatmayın türk aile yapınıza! ne ara çıktı bu yapılaşma anlamıyorum ki, on yıl önce yok muydu?
Yılların Huysuz Virjin'i ekranlara RTÜK yüzünden veda etti. "Benimle Dans Eder Misin?" isimli programda sunuculuk yapan Seyfi Dursunoğlu'nun unutulmaz karakteri Huysuz Virjin "Türk aile yapısına uymadığı ve gençlere kötü örnek olduğu için yasaklandı. Peki, Huysuz'un sesini kısan RTÜK homofobi ve transfobinin bayrağını taşıyan Serap Ezgü ve Kadir Çelik'e, ilkelerine aykırı yayın yapmasına karşın niye sesini çıkarmıyor? Cevap soruda gizli aslında? Şimdi Katina'nın elinde makası, bizim de elimize domatesler. Oylara kuvvet...
* magazinden; Bade İşçil:
en çok bu karının yımırtladıklarını okurken güldüm. pes! bu kadar olur! linkteki röportajı baştan sona okumanızı öneririm. tadımlık bi şeyler isteyenlere bazı inciler:
- "Çevrede o kadar çok rahat kız var ki. Erkekler için bu durum elinin kiri, erkek adam yapar durumu... Sonuçta insanlar gerçek aşkı yaşayana kadar bu mübah. Yapmalı demiyorum ama gelene de hayır diyen bir erkeğe gay derler. Ben biraz bu konularda tutucuyum, kendimi evleneceğim erkeğe saklıyorum."
- "Bir insanın evlendikten sonra birlikte olması bana daha mantıklı geliyor. Kimsenin şahsi fikrini yadırgamam, yargılamam ama bir genç kız için liste halinde bir ilişki mazisi olması hiç hoş değil. Bu evleneceğin insanı da huzursuz etmemesi açısından önemli."
- "Nasıl temiz kaldığımı Mahsun’a sormanız lazım."
- "Ben mümkün olduğu kadar kendimi muhafaza ediyorum. Ben bu konularda tutucu ve yobazım. Ayrıca benim bu düşüncem geri kafalılık da değil ki.. Kişinin evleneceğe kişiye saygı duyması, kendini ona saklaması."
- "Mahsun ile dalış yapmaya da arkadaş grubuyla birlikte gidiyorduk. Ayrıca bu konu beni sıktı. Bir gazetede bakireyim açıklaması, ya da bir liste açıklamaları bana tuhaf geliyor. Ben biraz feministim galiba. Bunları konuşurken bile domates gibi kızarıyorum."
kendisine balık filan yemesini öneriyorum, zihni açarmış. biraz da kitap okursa bir insanın aynı anda hem feminist hem yobaz, her tutucu hem de "gerikafalı olmayan" olamayacağını anlar herhalde.. yani umarım.. inşaallah.. ayrıca sonsuza kadar temiz kalmasını temenni ediyorum.
Ahlak kavramı üzerine kitaplar yazılabilir ama ahlaksız kavramı üzerine hepimizin kurabileceği muğlak bir iki cümle vardır mutlaka. Cinselliği, birbirini seven iki insanın seksüel paylaşımını, liseli genç bir kızın Hülya Koçyiğitsel tavrıyla ve ortalama insan zekâsıyla harmanlayıp 'yanlış bir şey yapmak ya da yanlış bir şey yapmamak' ifadeleri tanımlayan bu genç kızımıza, vakitsiz patlayan cümleleri, bir domates kazandırır mı bilinmez ama Savaş Ay'ın ardından enteresan bir 'Ahlak Bekçisi' unvanını çok görmeyeceğimizi aşikâr.
* siyasetten; Hüsrev Kutlu:
seni o "bir yanlarından" asmak lazım, insanlığı "bir yanlarına" endeksleyen ve "bir yanlarından" anlayan insan. "bir yanlar" adamı seni!
Savaşın bizleri derin bir mutsuzluğa sürüklediği 2007 yılının en cesur ve güzel çıkışlarından biri Bülent Ersoy'dan geldi: "Oğlum olsa askere göndermezdim!" Takip eden günlerde ülkenin savaş tacirleri, kana susamışlıklarını ve transfobilerini harmanlayıp Bülent Ersoy'un üzerine, üzerimize kustu. Bu dönemde özellikle bir isim, AKP Adıyaman Milletvekili Hüsrev Kutlu, DTP Eski Genel Başkanı Ahmet Türk'ün "Bülent Ersoy kadar cesur olamadılar" sözleri üzerine söylediği "Doğruyu söylemiş. Bülent Ersoy kadar cesur olsaydık, biz de bir yanlarımızı kestirirdik" sözleriyle transseksüel bireylere bakışındaki cehaleti, nefretle yüzümüze çarpıyordu. Değerli bir varoluş biçimini, nefret dolu ağzıyla küfre çevirmeye çalışan bu vekil bey sizce de kariyerinin kalan kısmını sadece birkaç domatese vekâlet ederek geçirmeyi hak etmiyor mu?
* televizyondan; Levent Kırca:
seninkiler ski kokarken biz bi şey dedik mi kıskanç adam?.. propagandayla eşcinsel olanı mı gördün? sen de mi cahilsin anlamadım ki..
Yıllarca ağzından düşürmediği "ski"lerle sözüm ona siyasi eleştiri yapan Kırca, Ali Poyrazoğlu ile arasında çıkan "pornocular savaşı" sırasında Poyrazoğlu'nun oyunlarını eşcinsellik kokmakla ve eşcinsellik propogandası yapmakla suçlamıştı. Meclisin, ordunun, dinin, eğitimin buram buram heteroseksizm koktuğu bir ortamda eşcinselliği Poyrazoğlu'nu eleştirmek için bir silah olarak kullanan Levent Kırca'nın kafasından aşağı domateslerimizi boşaltıyor, skeçlerinde eski eşinin dediği gibi "çekilebilirsin rıfkı" diyoruz.
* basından; Engin Ardıç:
yazdıklarını okuyunca içimden kendisine "hoşt" demek geldi.. aha buraya da yazıyorum işte, ben kızışma dönemimde çiftleştiğim kişiye "eş" diyorsam o kendini bilmez de..... neyse... cahil diyor ve geçiyoruz.
08 Ağustos 2007 tarihinde Akşam gazetesinde "Karının Dönüşü" başlıklı yazısında dile getirmiş olduğu "Elli beş yıldır Türkçe konuşuyorum, ana dilimde "eş" diye hayvanlara denir. Kuşun, aslanın, kaplanın eşi olur, insanın değil." ifadesi ile sevgili Engin Ardıç domates bahçemizin kapılarını aralamıştır. Kalemin ve düşüncenin birleştiği anda akla gelenlerin irdelenmeden kaleme alındığını düşündüğümüz yazısında feministlik, lezbiyenlik, seks işçiliği ve entelektüellik gibi kavramlar arasında kendince bağlantılar kurup çirkin ithamlarda bulunan sayın (evet bu yazı Ankara dışında yazıldı) Ardıç yazısını "Ben şimdi yazımı yazdım gidiyorum, evde karım bekliyor. Kedim de bugünlerde kızıştı, ona da bir eş bulmam gerekiyor. Aha cümle içinde de kullandım, tamam mı entelcikler?" şeklinde noktalamıştır. 55 Yıllık Türkçe konuşma sürecinde kelime ve anlamlarını tekilleştirmeyip, kulaktan dolma bir şekilde değil de Türk Dil Kurumunun Türkçenin daha iyileştirilmesi adına yayınladığı Türkçe sözlükten öğrense idi "eş" kelimesinin "Karı kocadan her biri, hayat arkadaşı, refik, refika" şeklinde anlamının da olduğunu görebileceği gibi anlamsal olarak daha pekişmesi için "Kadın diye eşini bellemiş, dürüst, aile babası bir adamdır." şeklinde cümle içerisinde kullanılmış halini TDK'dan alıntı yapar kendisine kedisi, karısı ve kırmızı kırmızı domatesleri ile mutlu mesut bir hayat temenni ederiz.
* kurumlardan; RTÜK:
huysuz'a kalkan eller kırılsın ulaaaaaaaaaaaaaaaaaannnnn!!! başlatmayın türk aile yapınıza! ne ara çıktı bu yapılaşma anlamıyorum ki, on yıl önce yok muydu?
Yılların Huysuz Virjin'i ekranlara RTÜK yüzünden veda etti. "Benimle Dans Eder Misin?" isimli programda sunuculuk yapan Seyfi Dursunoğlu'nun unutulmaz karakteri Huysuz Virjin "Türk aile yapısına uymadığı ve gençlere kötü örnek olduğu için yasaklandı. Peki, Huysuz'un sesini kısan RTÜK homofobi ve transfobinin bayrağını taşıyan Serap Ezgü ve Kadir Çelik'e, ilkelerine aykırı yayın yapmasına karşın niye sesini çıkarmıyor? Cevap soruda gizli aslında? Şimdi Katina'nın elinde makası, bizim de elimize domatesler. Oylara kuvvet...
* magazinden; Bade İşçil:
en çok bu karının yımırtladıklarını okurken güldüm. pes! bu kadar olur! linkteki röportajı baştan sona okumanızı öneririm. tadımlık bi şeyler isteyenlere bazı inciler:
- "Çevrede o kadar çok rahat kız var ki. Erkekler için bu durum elinin kiri, erkek adam yapar durumu... Sonuçta insanlar gerçek aşkı yaşayana kadar bu mübah. Yapmalı demiyorum ama gelene de hayır diyen bir erkeğe gay derler. Ben biraz bu konularda tutucuyum, kendimi evleneceğim erkeğe saklıyorum."
- "Bir insanın evlendikten sonra birlikte olması bana daha mantıklı geliyor. Kimsenin şahsi fikrini yadırgamam, yargılamam ama bir genç kız için liste halinde bir ilişki mazisi olması hiç hoş değil. Bu evleneceğin insanı da huzursuz etmemesi açısından önemli."
- "Nasıl temiz kaldığımı Mahsun’a sormanız lazım."
- "Ben mümkün olduğu kadar kendimi muhafaza ediyorum. Ben bu konularda tutucu ve yobazım. Ayrıca benim bu düşüncem geri kafalılık da değil ki.. Kişinin evleneceğe kişiye saygı duyması, kendini ona saklaması."
- "Mahsun ile dalış yapmaya da arkadaş grubuyla birlikte gidiyorduk. Ayrıca bu konu beni sıktı. Bir gazetede bakireyim açıklaması, ya da bir liste açıklamaları bana tuhaf geliyor. Ben biraz feministim galiba. Bunları konuşurken bile domates gibi kızarıyorum."
kendisine balık filan yemesini öneriyorum, zihni açarmış. biraz da kitap okursa bir insanın aynı anda hem feminist hem yobaz, her tutucu hem de "gerikafalı olmayan" olamayacağını anlar herhalde.. yani umarım.. inşaallah.. ayrıca sonsuza kadar temiz kalmasını temenni ediyorum.
Ahlak kavramı üzerine kitaplar yazılabilir ama ahlaksız kavramı üzerine hepimizin kurabileceği muğlak bir iki cümle vardır mutlaka. Cinselliği, birbirini seven iki insanın seksüel paylaşımını, liseli genç bir kızın Hülya Koçyiğitsel tavrıyla ve ortalama insan zekâsıyla harmanlayıp 'yanlış bir şey yapmak ya da yanlış bir şey yapmamak' ifadeleri tanımlayan bu genç kızımıza, vakitsiz patlayan cümleleri, bir domates kazandırır mı bilinmez ama Savaş Ay'ın ardından enteresan bir 'Ahlak Bekçisi' unvanını çok görmeyeceğimizi aşikâr.
* siyasetten; Hüsrev Kutlu:
seni o "bir yanlarından" asmak lazım, insanlığı "bir yanlarına" endeksleyen ve "bir yanlarından" anlayan insan. "bir yanlar" adamı seni!
Savaşın bizleri derin bir mutsuzluğa sürüklediği 2007 yılının en cesur ve güzel çıkışlarından biri Bülent Ersoy'dan geldi: "Oğlum olsa askere göndermezdim!" Takip eden günlerde ülkenin savaş tacirleri, kana susamışlıklarını ve transfobilerini harmanlayıp Bülent Ersoy'un üzerine, üzerimize kustu. Bu dönemde özellikle bir isim, AKP Adıyaman Milletvekili Hüsrev Kutlu, DTP Eski Genel Başkanı Ahmet Türk'ün "Bülent Ersoy kadar cesur olamadılar" sözleri üzerine söylediği "Doğruyu söylemiş. Bülent Ersoy kadar cesur olsaydık, biz de bir yanlarımızı kestirirdik" sözleriyle transseksüel bireylere bakışındaki cehaleti, nefretle yüzümüze çarpıyordu. Değerli bir varoluş biçimini, nefret dolu ağzıyla küfre çevirmeye çalışan bu vekil bey sizce de kariyerinin kalan kısmını sadece birkaç domatese vekâlet ederek geçirmeyi hak etmiyor mu?
* televizyondan; Levent Kırca:
seninkiler ski kokarken biz bi şey dedik mi kıskanç adam?.. propagandayla eşcinsel olanı mı gördün? sen de mi cahilsin anlamadım ki..
Yıllarca ağzından düşürmediği "ski"lerle sözüm ona siyasi eleştiri yapan Kırca, Ali Poyrazoğlu ile arasında çıkan "pornocular savaşı" sırasında Poyrazoğlu'nun oyunlarını eşcinsellik kokmakla ve eşcinsellik propogandası yapmakla suçlamıştı. Meclisin, ordunun, dinin, eğitimin buram buram heteroseksizm koktuğu bir ortamda eşcinselliği Poyrazoğlu'nu eleştirmek için bir silah olarak kullanan Levent Kırca'nın kafasından aşağı domateslerimizi boşaltıyor, skeçlerinde eski eşinin dediği gibi "çekilebilirsin rıfkı" diyoruz.
Sunday, June 8, 2008
Saturday, June 7, 2008
"just because i'm losing, doesn't mean i'm lost"
uzun bir aradan sonra "kaybolmuşluk" temalı bir başka şarkıyla daha karşınızdayım (bir önceki için bakınız):
coldplay'in yeni albümü "viva la vida or death and all his friends" hayatıma güneş gibi doğdu, ne mesudum! çok beğendim, coldplay'i biraz sevenlere bile tavsiye ederim; şurdan şettirebilirsiniz.
(ay bi de sonbahar'da brüksel'e konsere geliyolarmış!)
Friday, June 6, 2008
Monday, June 2, 2008
Yannis Kontos'un Kuzey Kore fotoğrafları:
"Bir zamanlar, çok az yabancının ziyaret edebildiği, askeri ve komünist "Münzevi Krallık" Kuzey Kore'yi görmenin hayalini kurardım. Ama ne yazık ki, Kuzey Kore beni görmek istemedi. Üç yıl boyunca gazeteci vizesi almayı denedim -ve başarısız oldum- bu yüzden de oraya turist ile gittim. Hükümetin belirlediği rehberlerin önderliğinde, devletin onayladığı küçük bir grupla Pyongyang'a uçtum. Ziyaretçilerin profesyonel fotoğraf makinelerini getirmesi yasak olduğu için (fotoğraf çekimi genelde memurları rahatsız ediyor), yanımda iki amatör makine götürdüm.
Çekimleri genellikle -kelimenin tam anlamıyla- kalça hizamdan, makinenin vizörüne bakmadan yaptım. Her gece oda arkadaşım uyurken, fotoğraflarımı MP3 çalara yükledim. Bazen kendimi bir ajan gibi hissettim. Bazen de Kuzey Koreliler'in oyuncu olduğu ve yönetmenin -görünmese de- varlığını sürekli hissettirdiği dev bir film setindeki bir figüran gibi..."
(National Geographic Türkiye, Haziran 2008, s. 18)
daha fazla fotoğraf için buraya, bazı fotoğrafları ve açıklamaları için şuraya tıkıldayın.
ama en önemlisi kişisel web sitesinin başındaki videocuğu izlemeniz. sitede de "news" kısmından "Iraq" bölümüne göz atmanızı öneririm.
Sunday, June 1, 2008
kıyamet alametlerinden
"... Sex and The City filminin ilginç katkılarından biri de bir turizm firması tarafından başlatılan 4 günlük lüks özel turlar. Bedeli 15 bin dolar olan Sex and The City turuna katılanlar dizi kahramanlarının gittikleri barları, yemek yedikleri restoranları, alışveriş yaptıkları özel butikleri, güzellik salonlarını geziyor.
Her 90 saniyeye bir kıyafetin düştüğü filmde 300 farklı tasarım kullanılıyor. Dizinin moda ikonu Sarah Jessica Parker, film boyunca 81 kostüm giyiyor. Filmdeki oyuncuların giydikleri giysiler henüz mağazalarda bile yok. Çekimler boyunca her gün 2 buçuk milyon dolarlık özel tasarlanan mücevherler kullanıldı. ..."
Sinem Dönmez, Cumhuriyet Hafta Sonu (31 Mayıs 2008), sayı: 105, sayfa: 6.
Her 90 saniyeye bir kıyafetin düştüğü filmde 300 farklı tasarım kullanılıyor. Dizinin moda ikonu Sarah Jessica Parker, film boyunca 81 kostüm giyiyor. Filmdeki oyuncuların giydikleri giysiler henüz mağazalarda bile yok. Çekimler boyunca her gün 2 buçuk milyon dolarlık özel tasarlanan mücevherler kullanıldı. ..."
Sinem Dönmez, Cumhuriyet Hafta Sonu (31 Mayıs 2008), sayı: 105, sayfa: 6.
Subscribe to:
Posts (Atom)
"Hayatımızdaki en önemli olaylar biz orada yokken olur." - Salman Rushdie