Sunday, April 6, 2008

şekerlerimi geri ver brüksel..

"... Aslında Morton bütün o sonu belirsiz yıllar boyunca, istenmediği masalarda kovulmadan önce birkaç dakika daha kalabilmek için çaresizce çırpındığı o yıllar boyunca dedikodu ve skandal konusunda duyularını keskinleştirmişti. Biri belsoğukluğuna mı yakalandı, Morton ne yapar eder öğrenirdi. Kim ne saklamaya çalışıyor, hissederdi. Hiçbir şey belli etmeyen bir yüz ifadesi bile onun telepatik güçlerine yenik düşerdi.
Bir de, halden anlayan iyi bir dinleyici, sempatik biri ya da sırlarınızı açmayı tercih edeceğiniz biri olmadığı halde sizin ağzınızdan laf almayı becerirdi. Bazen onun orada olduğunu unutup, masadaki birine bir şey demiş bulunurdunuz. Bazen de o, araya şahsi, küstah bir soru sokuşturur, siz de farkına varmadan cevaplardınız. O kadar beş para etmeyen bir kişiliği vardı ki, kendinizi korumanızın imkanı olmazdı. ..."

William S. Burroughs ("Café Central'de", Arabölge, s. 60)


morton kişisinden öyle bi tiksindim ki bi an, blogumu okuyanlara sormak istiyorum: morton'dan nefret ettiniz mi bunları okuyunca? yoksa burroughs sadece beni mi etkiliyor?


* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

fransız kültür'den rastgele cd alıp dinleme alışkanlığım mevye vermeye başladı sonunda. bu hafta keşfettiklerim: fréhel ve les rita mitsouko. klasik fransız "şanson" olayına sarmak isterseniz, fréhel'e bayılacaksınız. favori şarkım da "le fils de la femme poisson" :) eşliğinde bale yapıyorum hani, o derece...) les rita mitsouko ise ciddiye alınmayı hak ediyor, bence. sadece "variéty" albümünü dinledim, bütün şarkılar birbirinden güzel. youtube'dan ve kendi sitesinen bakındığım kadarıyla eskiler de fena değil, ama daha çok "çılgın" tanımlamasını hak ediyorlar :) diğer albümlerle ilgili görüşlerimi daha sonra yazarım, diskografinin yarısı inmiş bile. beni ilk vuran catherine ringer'ın sesi oldu. başlarda pek beğenmedim, sonra aşık oldum. tarifsiz ikilemler içindeyim. neyse.. albüm ve grup iyi güzel de, öğrendiğim üzücü bir şey de var: grubun diğer yarısı (gitarist) fred chichin yakın zamanda ölmüş. bulduğum anda kaybettim yani grubu. sitesindeki videolara bi bakın derim.

* * * * * * * * * * * * * * * * * * *

dün gece zapzapzaplarken tv5'te ne görsem beğenirsiniz? neredeyse 200 kişi bi sahneye çıkmış jacques brel'den "amsterdam"ı söylüyorlar. tüylerim anında diken diken oldu tabii, kaçar mı? sonradan anladım ki -birinin sesi acayip tanıdık gelen- iki amca dönüşümlü olarak şarkıyı söylüyor, arada koro da bu ikisine katılıyor.. pek güzeldi. ama tabii "ah jak" dedirtti insana.. onun gibi söyleyemez ki kimse... derken şarkı bitti, bi de ne duyayım? sunucu amca "evet brüksel'den yaptığımız yayın devam ediyor" gibisinden bişiyler demez mi?! naaaassssı yaniiiii?!!! sen grand place'ın ortasına şeffaf, devasa ve çadırımsı bi şey kur, içine doldur bütün brüksel kültür-sanat camiası üyelerini.. (brel'in kızı france brel de ordaydı.) dışarda yağmur (tabii ki) ve şemsiyeleriyle bekleşen insanlar.. hemşehrilerim :) kimler çıkmadı ki o sahneye? şarkıcılar, dansçılar, ve tabii ki çizgiromancılar! philippe geluck'ü görünce de bi "aaaaaa!" demeden duramadım. ama ne yazık ki tam da sonlarına yetişmişim.. pek bi şey seyredemedim. yine de, gecenin en iyi performansına değinmeden geçmemeliyim. adını hatırlamadığım -ve bu yüzden kederlere boğulduğum- bir kız, "les bonbons"u öyle güzel öyle güzel söyledi ki... kimse inanamadı herhalde izleyenlerden. brel'in tarzından da epey farklıydı. hareketleri hala gözümün önünde :) adını bi daha görsem "işte buydu" derim de, işte o zamana kadar beklemedeyim.
bugünkü yazımı bitirirken de, adettendir, bi şarkı bırakayım size. bu kadar brüksel ve brel demişken, tabii ki brel'den bi şarkı olacak bu.. les bonbons :)

2 comments:

ssbb said...

bu morton burhan altıntop'muş.

özgün said...

bi daha okudum da.. olabilir valla... :) ama morton burhan'dan daha şeytani bi varlık gibi sanki.
bu arada teşekkürler audio link yardımı için. radioblogclub'ı ben de sık kullanıyorum ama bloga link ekleme şeysini keşfetmemiştim :)



"Hayatımızdaki en önemli olaylar biz orada yokken olur."
- Salman Rushdie