"Ne yazık, yaşadığımız bu hayatın içinde, halinden öylesine memnun, öylesine küçük burjuva havası esen, öylesine ruhsuz bu zamanın ortasında, bu mimari yapıtlarının, bu mağazaların, bu politikanın, bu insanların manzarası karşısında altından yolu ele geçirmek öylesine zor ki! Amaçlarından hiçbirini paylaşmadığım, sevinçlerinden hiçbiri bana bir şey söylemeyen bu dünyanın ortasında bir bozkırkurdu ve sefil bir münzevi olmayıp ne yapacaktım! Ne bir tiyatroda ne de bir sinemada uzun süre oturmaya katlanabiliyorum; elime bir gazete ya da çağdaş bir kitap alıp okuduğum seyrek oluyor. Tıklık tıklım trenler ve otellerde, bunaltıcı ve sırnaşık bir müziğin çaldığı hınca hınç kafeteryalarda, zarif ve lüks kentlerin barları ve varyetelerinde, dünyayı gezen sergilerde, geçit törenlerinde, bilgiye susamış kimseler için düzenlenen konferanslarda ve kocaman statlarda insanların aradığı nasıl bir haz, nasıl bir neşedir, aklım almıyor bir türlü. İstesem ulaşabileceğim, benim dışımda binlerce kişinin ele geçirmek için itişip kakıştığı, uğraşıp didindiği bu neşe ve sevinçleri anlamam ve paylaşmam olanaksız. Öte yandan, benim o şenlikli saatlerimde yaşadıklarımı, benim için haz, yaşantı, cazibe ve huşu sayılan şeyleri dünya bilemedin sanat yapıtlarından tanıyor, sanat yapıtlarında arayıp seviyor onları. Yaşamın içinde ise hepsini kaçıkça buluyor. Ve doğrusu dünya haklıysa, kafeteryalardaki bu müzik, bu kitlesel eğlenmeler, az şeyle yetinen bu Amerikalılaşmış insanlar haklıysalar, o zaman ben haksızım demektir, o zaman kaçık biriyim ben, o zaman sık sık kendime verdiğim isimle bir bozkırkurduyum, yolunu şaşırıp yabancı ve anlaşılmaz bir dünyada gözünü açan bir hayvanım, eski vatanının havası ve yiyeceği elinden çıkıp gitmiş bir hayvan."
(Hermann Hesse, Bozkırkurdu, s. 29-30)
işte hermann hesse'in en sevdiğim ve en sevmediğim yanı bu. böyle beylik laflar edip durması. bozkırkurdu olmak mümkünmüş gibi, (haydi mümkün diyelim) kolaymış gibi, (haydi kolay diyelim) çözümmüş gibi. önsözde çılgın gibi niçeden bahseden benim sanki! niçe dememiş mi "umut eziyetin süresini artırır" diye? (ya da öyle bi şey.. her neyse) çok merak ediyorum, acaba hesse ne kadar bozkırkurdu, ne kadar siddhartha, ne kadar narziss olabilmiş? nasıl aydınlanmış? kitaplarında bahsettiği olay aydınlanmaysa ben de aydınlanmışım kardeşim. aynı şeyleri ben de söylüyorum. eee? sonra? napcaz bu bilgiyle?
ama işte, maalesef, yine de seviyorum bu adamı kardeşim! naifse de seviyorum işte! öyle bir anlatıyor ki acısıyla tatlısıyla "vay be" diyo insan.. ama işte... ama ama ama ama ama!
aslında kendimi sans toit ni loi'daki avare mona'yı görüp evde sofra başında anasına babasına "ben de onun gibi özgür olmak istiyorum" diyen kıza benzetiyorum.. kimse de onu iplemiyo işte! (nasıl güldüm o sahnede. histerik histerik şöyle. oooooh!)
ya bu özeleştiri denen manyaklığı kim öğretti bana? kim yaptıysa kendisine ibo'dan "allah cezanı verecek"i armağan ediyorum.
kendime de "berrrrtaraf ett herrrr şeyini!"yi.. :) hadi eyvallah.
Tuesday, May 20, 2008
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
"Hayatımızdaki en önemli olaylar biz orada yokken olur." - Salman Rushdie
3 comments:
sıkıldım sıkıldım kaçmak istiyoruuum!! blog yaz okuyalım. çok sıkıldım!
bıktım senden lollius! özene bezene yazdığım yazılar altına yazdığın yorumlara bak! paso "blog yaz okuyalım blog yaz okuyalım" aaaaaaaaa!!! yazıyorum da noluyo? yorumalrım iğrenççççç :p
yazmıyorum! hıh!
ya ben güzel yorumlarımı gerçek hayata saklıyorum. sana mis gibi yorumlar yapmadık mı gece gece nankör yaratık! hıh! ayrıca sana tarkan'dan "çok ararsın beni çookkk çokkk" şarkısını armağan ediyorum cien anos de soledad!!!
yalnız beynim resmen popüler kültür çöplüğü inanamıyorum kendime.
Post a Comment