ken loach bana yaşamayı zehretti valla. hem de bunu öyle soğukkanlı bir birçimde yapıyor ki, saçını başını yolası geliyor insanın. bugünkü olay mahalli brüksel'deki "sinema müzesi"ydi. dört ay boyunca gitmeyi ertelediğim yer. aptallığım yüzünden sinema seminerlerini ve yüzlerce muhteşem filmi kaçırdığım yer.. bu ayki programda sürüsüne bereket ingmar bergman ve ken loach filmleri.. fransızca altyazılı isveççe film izleme fikri tüylerimi diken diken ettiği için rahmetliye hiç yanaşmıyorum bile. loach ayı yaptık bu ayı demek ki.. her neyse.
laura'yla gittiğimiz filmin ismi carla's song. biliyorum, ikinci olacak ama, tipik ken loach filmi işte :) yamultup bırakıyor adamı. ağzı burnu kayıyor insanın. dünkü filmde olduğu gibi, film hakkında hiçbir şey bilmeden (imdb'den bile bakmadan) gittim bugünküne de. böyle olunca daha bir vurucu oluyor. balyoz gibi iniveriyor. ken abim affetmez tabii.
"ben olsam ne yapardım?" diye düşündüm. bir dilemmadan kurtulamadan bir başkasına düştüm. bitince de salondan nasıl çıktığımı bilemedim zaten. filmin bütünü her ne kadar mükemmelden çok uzak olsa da loach'un amacına ulaşabildiği çok açık. yarım saat kadar bir ağzını-bıçak-açmazlık çöküyor insanın üstüne; o kontr-gerillaların köyleri basıp allah ne verdiyse yağdırmaları gözünün önünden gitmiyor. bu bir nedir? bir insan, bir diğer insana bunu nasıl yapar?
sonra.. tekrar düşününce.. hakikaten her şey insanlar için. yapar. insan bu. her şeyi yapar, yapabilir. her şeyi geçtim; etik, "insanlık", hak, hukuk, dayanışma, sevgi, saygı.. en çok insanın bu yapabilitesi korkutuyor beni. aslında herkesin birer tanrı gibi pek çok şeyi yapabilme ihtimalinin olması, pekçok insanın bunu kabullenememesi ve yaptıklarının sorumluluğunu almaması... keşke yapamasaydık.
Saturday, January 19, 2008
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
"Hayatımızdaki en önemli olaylar biz orada yokken olur." - Salman Rushdie
No comments:
Post a Comment